-
Sevmek Bilgelik
Dün halamı uğurlarken, Süreyya şöyle dedi:
– Türkan abla, böyle anılabilmek için ne yapmak gerek, böyle güzel anılmak nasıl olur?
Ben de;
– Pek bilmiyorum ki Süreyya, dedim.
Ben halamı, “halam” olarak sevdim. Ben onun yeğenlerinden biriydim. Ama başrol onundu. Yani o seven, ben sevilen idim. Diğer yeğenleri ve hayatında olan diğer insanlar için de belki böyleydi. Çok sevmek; insanı, kendini, ait olduğu toprağı sevmek, içinde olduğun çemberi tüm kesişim kümeleri ile sevmek belki de bu işin bilgeliğidir. Bir cevabım, halen yok bu soruya. Sevebilmek işin en bilge tarafı, herkesin yetenekli olamadığı. Doğuştan gelen, içinden yükselen, diğer tarafa çok güzel hissettiren…
Evladını sevmek, tüm zorluklarıyla mücadele etmeyi kafaya koymak, bir işi sevmek, yaptığı her işi özenle yapmak, bir gün birine hediye ederim belki diye yaptığın iğne oyasını tüm renkleriyle uyum içinde yapabilmek, adam sen de dememek, sevdiğin kişilere onları sevdiğini hissettirmek belki bunun cevabı. Belki’ ler çok yine de. Kim olduğun, hangi meslek erbabı olduğundan bağımsız, Allah’ın verdiği yüce melekeleri insanlar ve kendin için kullanabilmek. Kimi insan Allah’ın ona verdiği tüm güzelliği yine insanlar için kullanmayı biliyor. İçinden geliyor insanın duramamak. Her çekirdek ve geniş ailede bir başrol oluyor. Filmler gibi, başrol iyi değilse, o filmi izlemek, seans bitse de gitsek diyeceğiniz türden. Başrol iyiyse, hayat dolu dolu yaşanası, oradan oraya koşturası, zorluklarla çok sıkı mücadele edilesi bir hayat oluyor. Tadını çıkarmak lazım sevilmenin de sevmenin de. İleride, bizler de gittikten sonra, kalanlara böyle tatlı bir soru bırakıyor işte. İnsan varlığını sorgularken, bir zamanlar kendini sevilmiş hissedince varlığını sahipleniyor, değerli oluyor. Birilerinin sevdiği olmak ve başroldekilerin sevebilme yeteneği belki de cevabıdır bu sorunun.
#halacım #içimdengeldiyazdım Uşak,4 Eylül 2024 -
İyi olacağız…
Mehmet Yaşin, sosyal medyasından, eşinin vefatını şöyle duyurmuştu:
– Beraber dünyanın en lezzetli hayatını geçirdik. Onsuz hayat tatsız, tuzsuz ve pazar akşamları makarnasız kalacak.”
Bunu okuduktan sonra aklımda kaldı, hiç unutamadım.
Annemiz, babamız, çocuklarımız, eşimiz… Kimi insan birinin gerçekten dünyası. Hayatını farkında olmadan yıllar içinde onunla doldurup, onsuz olmayı düşünemediği dünyası. Pazar akşamları birlikte yediğin ketçaplı Nuh’un Ankara spagetti makarnayı, dünyanın en lezzetli yemeği imiş gibi yiyebilmek herkesin harcı değil. Hayat birlikte yaşamayı başarmak iken, kimimiz bunu, katlanıp yolu bir şekilde bitirmek olarak görüyor olabilir. Kimimiz de, yanında olan insan ile tadını çıkarıyor. Bence çoğunluk ilk söylediğim grupta. Diğer türlüsünü başarabilmek için, çok fazla imkâna sahip olmak da gerekmiyor. Küçücük bir ayrıntı bile insana sevildiğini hissettirken, sevmekten keyif almayı da anlatıyor. Seni seviyorum diyemeyen insanlar için de binbir türlü yol var. Zaman tâbi biraz zalim bu konuda. Eskiden olanlar anılarda kalıyor gibi geliyor. Eskiden böyleydi ama artık… diye bir bağlaçla anlamı da duygusu da tersine dönen cümleler ile eskisi gibi olmayan ne varsa, yerini özlem dolduruyor. Aslında şimdi de var. Sadece ne oluyorsa bu dönemlerde, hızlı hızlı akıp gidiyor. Biz tadını bulamayıp, öncekini arıyor, bizde olmayıp, başkasında olanı özlemle seyrediyoruz. Onlarınki efsane bizimki fasa fiso gibi. Belki de çok büyük beklenti içinde olmayıp, gerçekten sizin olanın değerini bilmek gerekir. Aile olmak bence böyle bir şey. Katlanılmaz biri bile olsa sevdikleriniz, onsuz hayatın makarnasız bir pazar günü gibi olması, yokluğunun özlemle anılacak bir boşluk olması gibi ve bireysel olarak sizi sadece o veya onlar olduğu için daha iyi hissettirmiş olan onlarca önemli, önemsiz ayrıntı gibi. Hayat, sizin içinizi dolduran insanlar varsa güzel. Aileniz, çekirdek aileniz, yakın bir arkadaşınız, derin bir sohbet ile sevmiş olduğunuz bir dostunuz ile mesela.
Benim her yazımın bir çıkış noktası var. Bu sefer halam ve eniştem idi. Halam, hastalığı boyunca enişteme;
– O benim her şeyim diyordu. O olmasa ne yaparım diyordu.
Dediğim gibi her şeyin çok da yolunda olması gerekmiyor sevebilmek, tadını almak için. Zaten zor olan, kolay olmayan günleri, dilinde ve kalbinde bir lezzet ile geçebilmek. Bu günler de geçecek inşallah hala. Yine, ben onsuz ne yaparım, o benim her şeyim diyeceksin. Geçecek halacığım, bu sefer de geçecek… -
Delirmece
Deli gibi yazasım var, içimdekileri ortalara saçıp, kırılan bardaklara ortalık da battı diye düşünmeden arkamı dönesim var. İçimde şarıl şarıl akan suyun sesini duymamak için girdiğim kalıplardan çıkıp, keçileri yine salasım var. Kaba saba insanların kafalarının içine destursuz giresim var. Onların dilinden konuşup, kendimi yerlere çekesim var. Çocuğumun kafasındaki, o çerçevede duran anne imgesinin dışına taşasım var. Hiçbirini yapamasam bile, çok çok, el yazısı yazar gibi, harflerin kuyruklarını, kuşaklarını attıra attıra durmadan yazasım var. İçime sokulan tuhaf cesaret ile, dan dun konuşasım var. ( Herkes konuşunca iyi, biraz da beni dinlesinler diyesim var) Bu sıcaklar mı, yerinde durmayan zaman mı, gücüm yetmiyor artık diye söylendiğim bezgin zamanların eseri mi bilmiyorum, bir şeyleri durdurup, burada inecek var diyesim var!
-
Özledimmm
Sezen Aksu ‘ nun bir şarkısı şöyle başlar:
Özledimmm…
Yaz gribi gibi oldum. Dinlenebilmek için fırsat kolluyor, ne olur gözümü 5 dk kapatayım, lütfen diye, çocuklara derdimi anlatmaya çalışıyordum.Yukarıdan durmadan çalışan çamaşır makinesinin sesi, Mert’ in telefonu ele geçirmek için verdiği ısrarlı mücadelesi, Kerem ile kavgaları, ateşi ara ara çıkan küçük Kerem’ in halsizleşmesi.. Fonda benim bu hiç bitmeyen hengame içindeki 45 yaşındaki kadın insan, kadın Türkan, insan Türkan olarak, saniyelik kapadığım gözlerimle bir şarkıya takılıp kalmam. Özledimmm..
Ne zaman denizden esen o iyot kokulu rüzgarın, omzumun üzerinden tatlı tatlı esip geçtiğini, bırakmak istediğim duyguları evde bir odaya kapatıp, o tatlı rüzgarın hoş kokusuna doğru yürüdüğümü unuttum. Özledimmm dedim. Gözümü kapatıp bir an, yaz mevsiminin, henüz başıma gelmesi sadece bir olasılık olan şeyler için beni hırpaladığı, sonbahar görünümlü kış gibi olmamasını diledim.
Dün bir blog yazarının, ki kendisini ifade şekli çok hoşuma gidiyor, “bugün her şeyi elime yüzüme bulaştırmadığım bir gün oldu” lafını öyle anlayarak okudum ki. Arada benim de oluyor böyle günlerim dedim. Özlediğim günlerde olduğu gibi, tastamam aynısı bu hissettiğim. Yüzüme gözüme bulaştırmadığım, dingin zamanlar. Yetemiyorum artık, gücüm yok diye kendime kulplar taktığım yüklü günler yerine, dingin; mimarıyım işte ben hayatımın diye gerine gerine, içime içime, belli belirsiz bir neşeyle, biraz ama’ lı da olsa gururla söylediğim zamanlara geçmek istiyorum bir an önce. Özlemek, kimi için geçmişe doğru, kimi için mevcut düzende, içindeki boşluk öyle ağır geliyorken , ümitli günlere özlem.. Her durumda özlemek de bir duygu, var, unutsak da, kendini zaman zaman hatırlatsa da…
Bugün de böyle, yazacak çok şey vardı, içimden geldi, bu sefer bu telden yazdım. #içimdengeldiyazdım #kendimenotlar -
Ablama, iyi ki…
Bir ablaya sahip olduğum için, bana göre hayata 1-0 önde başlayanlardanım. Ablam için, çocukluk ve ergenlik döneminde bu durum tam tersi olmuş olabilir tâbi ☺️ İnsanın ana babasından ona kalan en kıymetli mirası, konuşabildiği, varlıklarına iyi ki dediği kardeşleri. Ablam, namı diğer Abaküs Hamiyet ☺️, ismini Meryem halamın Hamiyet Yüceses hayranlığından almış ☺️ benim ki de malûm Türkan. Bizimkiler, isimleri yıldızlar geçidinden seçmişler ☺️Ablam benim 45 yılım. Abaküslüğü, belki benim 45 yılımı, kardeşimin 44 yılını, tüm aile efradı olarak ne anılarımız varsa, fil hafızası ile aklında tutuyor olmasından geliyor. Ülkenin veya dünyanın neresine giderse gitsin, arabayla, yürüyerek ya da toplu taşıma aracı ile yönünü her şekilde bizzat bulabilmesi ile meşhur. Hatta, geçen sefer İstanbul ‘ a gittiğimizde ;-İstoç ‘ u geçtik, geliyoruz diye aradık ablamı. Ama trafiğe kaldık dedim.Dur şimdi, kapama, şuradan git,buradan dön, orası boş olur diye diye beni evin yoluna çıkardı. Yandex Hamiyet diyor Alp. Bazen eniştem ve İpek ile oturup ablamın bazı absürtlüklerine gülüyoruz. İpek anlatırken kopuyor. Yazarken bile kendimi tutamayıp gülüyorum hatta. Gittiğim en güzel rotalara ablamla gittim. Çocuk 1 oldu, 2 oldu, 3 oldu ☺️ öf demedi, bizi her yere taşıdı. Yollardan çabuk çabuk geçip, en güzel yerleri gördük. En son Bodrum tatilinden sonra, ben dinlenmek için bir tatile gitsem iyi olur demişliği var☺️ malum, benim gerginliğim, çocukların hiperaktivitesi, sürekli bitmeyen devinim derken annemi, ablamı ve eniştemi çok yormuş olabilirim. Her kardeşlik gibi , uzun uzun yollardan geçtik. Aynı evde olsak hayatta anlaşamayız☺️ Çok farklı karakterlerimiz var çünkü. Çocukken en çok ablamla kavga ederdik. Benim vukuatlarım çok tâbi. Evde, kavga edeceğiz diye kapıların camlarından Süpermen edasıyla uçmuşluğum bile var. Ben düzenliydim, ablam dağınıktı. Ben paspal, ablam süslü, ben içe dönük,ablam konuşkan. Sonra ikimiz de şimdi orta yaş mı desek genç mi bilemedim☺️ koca kadınlar olduk. Ablamın o güzel enerjisiyle, “Günaaaydınnn” diye açtığı telefonlar,benim günümü halen aydınlatıyor. Anlayacağınız halen 1-0 öndeyim. Çoğu güzel zamanlardan oluşan iyi bir çocukluk geçirdim. Hepimiz geçirdik. Benim arka bahçem sağlam yani. Çiçeklerim halen açıyor. Ablam, o kadar kendi kendine yeterdi ki, hâlen öyle. Onun kendi kendine yeten, herkese koşan hali dışında bir halini görsem, ona nasıl yardım edeceğimi bilemezdim. Yıllar önce tüberküloz olduğunu öğrendiğimizde, o günü hâlen öyle net hatırlıyorum, ona el uzatmaya gücüm yetmezmiş gibi gelmişti. Halen o duygudayım. Ablam her şeye,herkese yetişmeye gayret ediyor. Ablam, diyince aklımda o deli dolu, coşkusu hem içinde hem dışında, ara ara çarpıştığımız, gülmekten altıma kaçıracak gibi olduğum o diyaloglar, babam bize koca koca kızlar iken dayanamayıp kızdığında, kapıda gülme krizine girişimiz, annemin orta sehpasına çıkıp assolist olan ablama, annemin yapma çiçeklerini koparıp koparıp atışımız, onun tanıdığı bir doktor veya uzmana giderken elime kendi fotoğrafını tutuşturup;- Benim resmimi göster, beni hatırlar, bak ciddi diyorum ☺️demesi ve benim bunu yapmam☺️ ve sonsuz iyi, komik, duygulu, coşkulu,zor, milyon tane an geliyor.Ablam benim. Seni çok seviyorum. İyi ki varsın. Hep var ol. Güzel günlerimizle, kavgamızla, sesini iyi duymak istiyorum demenle, çatır çatır bana gerçeği söylediğin ve gösterdiğin tüm dertleşmelerimizle, bizle, ailemizle hep var ol. İyi ki doğmuşsun. Anneannem o kapının açılmadığı karlı 24 Şubat gününü anlatırdı. O karlı günden bu güzel güneşli bahar gününe ve daha nicelerine. Sağlıkla yaşa, çok yaşa ❤️
Şubar 24, 2024
-
Karşılamak
Sabah, yolda giderken , burada doğru düzgün radyo kanalı olmadığını düşünüyordum. Trafik de yok, olsa belki farklı çözümler bulur dinlerdik ama özlemişim radyo dinlemeyi. Böyle aklımdan geçiriyordum.Sonra kafamda yine bir kaç kişi ile, hem de karşılıklı diyalog falan☺️ kuracak şekilde kavga ettim. Allah’tan trafik yoktu, kısa sürdü ☺️( Şaka 😀)
Bu ara iç seslerim çok gürültülü ve beni lüzumsuz yoruyor. Sabah ayrı tondan, akşam daha beter bir tondan ses veriyor.O yetmiyor, kendim bir de seslendirme sanatçısı edasıyla, durup durup anlatıyorum.
-Şu zor, bu zor, yetemiyorum, olmuyor, emeklerime değdi mi ki, madalya verdiler hıhh!
diye diye tuhaf dış seslerle kendimi başkalarına ifade ediyorum. Bir yazımda bahsetmiştim:Susunca çok daha huzurluyum galiba” demiştim veya bu ana fikirde bir takım cümleleri yine kaleme almıştım. Sonra kendimce bir şey fark ettim. Bir süredir bana gelen bu duyguları karşılıyorum. Evet kelime bu olsa gerek. Karşılamak…
Çok kuvvetli, çok yoğun, kaygımı zıplatacak bir şey olmazsa, hissettiğim artık neyse, buyur gel diyorum. Sonra soruyorum:Bana bu duyguyu hissettiren ne?
Kendimce cevap veriyorum. Çıkış yolunu bilmiyorum. Her zaman bir cevap da olmayabilir. Ancak, kimi zaman, o noktalı şekilde bırakılmış boşluğa öyle bir kelime getiriyorum ki, bendeki karşılığı ile tamamlaşıyoruz. Belki anlatamadım ama, şöyle diyebilirim. Bir boşluğa gelmesi gereken, “o” kelimeyi bulmuş olma hissi veya bulduğumu düşünmem; içimde, bir test kitabında kurşun kalemle çoğu doldurulmuş boşlukları tamamlamak gibi bir his getiriyor.
Hepimizin bir baş etme yöntemi var. Anda olanla, olmuşla, olmayanla.
İnsanın, kim olursa olsun bir yolculuk içinde olması güzel .Şu tuhaf hayat gailesi içinde kavrulup gidiyorken bile, insanın, bir kendini bulma veya bulduğunu zannetme yolculuğu var. Aklına getirdiği sorular, gözünden perdenin kalktığı anlar, kalbin bir etten organken sadece (Yılmaz Erdoğan ‘ dan alıntıdır), yüreğin olduğu zamanlar ve tüm fark edişler. Yolculuk uzun gibi geliyor ama su gibi geçiyor. Eski fotoğraflara bakmak, bunu anlamak için yetiyor zaten. Bu yazıyı şu duyguyla yazdım. Yani bana bunu yazdıran nedir diye sordum kendime. Eğer bu yolculuksa, geçtiğimiz yolları niye böyle yol bitsin gayretiyle yürüdüm, hatta koştum…
Bugün de böyle benden inciler işte. Her zamanki gibi #içimdengeldiyazdım #kendimenotlar
Şubat 26, 2024, Uşak -
Bir Gün…
“Bir gün” diye bir kelime var. Bazen sonraki değil, daha sonraki gün anlamında da kullanılır. Ama benim bildiğim anlamı, gelecekte olması muhtemel “bir gün”… Herkes için var “bir gün”…Görmeyi hayal ettiği o ülkeye “bir gün” gidebilmeyi umut etmek.Çektiği yokluktan kurtulup “bir gün” kendi deyimiyle “insanca” yaşamayı dilemek.Bırakıp geldiği memleketine “bir gün” dönmeyi hayal etmek.Bitmeyen kavgasıyla “bir gün” barışmayı umut etmek.Kaybettiği ışıltısının yokluğunu hissedip, “bir gün ” o ışıltıya kavuşmayı hayal etmek.Bitmeyeceğini bildiği imtihanının “bir gün” katlanılabilir olacağını hayal etmek.Böyle böyle, vardır herkesin “bir gün” cümlesi, “bir gün” hayali. Benim de var.Bir sene önce bugün, on binlerce insan da, kim bilir, içinde “bir gün” olan bir cümleyi belki kendine, belki eşine, belki çocuğuna, belki annesine söyledi. O “bir gün,” hiç gelmedi. Kimi uyuyordu. Kimi, bitmeyen tatlı bir son sohbetin içindeydi. Dinlemeye bile dayanamadığımız hikayeler duyduk. Duydukça ağladık, öyle kimimiz kimsemiz de yoktu yakından halbuki. Memleketin en acı günüydü. Biz öyle TV’ lerden izledik…Az önce evladını kaybetmiş bir annenin videosunu izledim. – “İnsanın göz yaşları kaynar akar mıymış, gözlerim ağrıyor artık ” diyordu.Ben ise oğlumla evde, yine ipe sapa gelmez bir ağız dalaşı içindeydim. Öyle derin bir boşluk duydum ki içimde. Derin bir, “bir gün ” hayali geçti içimden. Hiç bir durakta durmadan geçti hem de. Hemen o bir güne, en kestirme yoldan gitmek istedim. Belki dedim, benim gibi böyle bir anne vardı. Sonrasında neler oldu bilmiyoruz tabi. Biz kalbimize uzaklarda atılan ateşler gördük. Gerisi boş, gerisi anlatılamayanlar, sadece susulan, konuşmanın fayda etmediği zamanlar, günler. Ben bir yazı yazmıştım o zamanlar. “Ya sonrası” demiştim. Sonrası değişmemiş. Herkes ayakta kalmaya çalışmış, o kadar… O da kalabildiği kadar.
-
Köklerim
İnsan, kökü olduğunu, yaşadığı sürece aslında biliyor. Ancak, idrak noktası diyebileceğimiz yaşlarda fark ediyor. Göre göre büyüyorsun. İçine işliyor, iyi veya kötü, normal olan veya aslında normal olmayıp birilerinin normali olan,ne var ne yoksa işte. Doğduğumuz günden, hayatın karşısında iki ayak üzerinde kuvvetle basabilecek yaşa gelene kadar, bir anlamda donanıyor, hem geçmiş mirasımız, hem de önümüze kattıklarımız ile belli bir yaşa geliyoruz. Bu sabah bahçede iki kişi vardı, ağaçları budamak için gelmişler. Ocakta çay kaynıyordu. Biraz konuştuktan sonra çayı ikram ettim. Çayı doldururken eşime;
- “Rahmetli anneannemden böyle gördüm” dedim. Hele o evin inşaatı yapılırken, ne kadar zorlanmış, dedem hasta, işçilere kaç öğün yemek hazırlamış, “Hep dua ettiler bana” derdi anneannem. Eşim de;
- “Biraz da işi iyi yapsınlar ” diye verilir dedi.
- Öyle değil, dedim. Böyle gördüğümüz için böyle yapıyorum. Ben, bu düşünce ile kimseye bir şey ikram etmem. Komşumun evini tadilata geldiler, kaç gün çay, meyve, su, bisküvi taşıdım dedim.
Ne farklı değil mi? İşte böyle böyle bir çay bile , kökümüzden ne kadar suyu gövdemize, yapraklarımıza almışız, ne kadarını toprağa vermişiz, anlatıyor. Şimdilerde, benim köklerim çok kıymetli geliyor bana. Daha erken gençlik dönemlerimde, tepeden bakardım. Birinin saygın olmasını belirleyen kriterlerim vardı belki de. Mesleği, dışı, konuşması derken, insanın özünü atıp geçmişiz. Daha gençken, kıymetini bilemediğim çok şey için ince bir keder duyuyorum. Konuyu bir yere getirmek için yazdım.
Dışarıdan on numara beş yıldız gibi görünen hayatımda, oğullarımı büyütürken çok zorlandım, halen yolun çeyreğinde bile değilim ve çok zorlanıyorum.(her şey için sonsuz şükür ettiğimi söylememe gerek yok. Büyük oğlum, bize tepeden tepeden bakıyor, kökünü, nereden olduğunu unutuyor bence. Benim, zamanında görmemişim, kıymetini bilmemişim dediğim şeyleri, o aşağılıyor. Ona göre sadece, kendi doğruları var.
-‘Bizimkiler tutucu, geleneksel.” Bunlar onun lafları ki; kendimi hiç bir zaman böyle tanımlamadım. Lütfen bu yazıyı okuyup, geçecek yazmayın. Biliyorum ben de, eğer nasibimizde görmek varsa, geçecek ve göreceğiz. Ancak, keşke bilebilse oğlum, biraz anlayabilse diye, tek doğru olmadığını, herkesin farklı olabileceğini ve farklı insanların aynı sofrada buluşup, bunu, onları bağlayan tüm ortak değerleri için yapabildiğini. Benden daha iyi bildiği ve yapabildiği onlarca şey olduğunu biliyorum. Ancak biliyorum, insan kökünden su almaya devam etmeli, yaşamanın enerjisi gibi, içinde yaşayan bazı şeyleri kesip atmak olmaz. Arada bildiğim kadarıyla eskilerden bir şeyler anlatıyorum. Babama, sofradayken bir defa, anlatsana baba dedim. Nasıl geldin tuz kamyonunun tepesinde İstanbul ‘ a? Yazın derilerin yana yana, nasıl ekmeksiz kaldın, nasıl soğuktu o yurtlar, nasıl hayal kurmuştun o 4 kişilik aileyi balkonda oturur, sohbet eder bir şekilde gördüğünde? Alp de vardı. Anladı mı bilmem. Ben daha yeni biliyor, anlıyorum. Benim babam tamirci derdim ben mesela, önceden çekinirdim , tamirci derken. Şimdi, böyle protokol falan oluyor. Gururla söylüyorum.
“Benim babam tamirci. ” Kazandığının her kuruşunu hak etmiş, ülkenin en iyi motor ustası. Bir tanesi daha yok. Yağlı tulumunu çıkarıp, en iyi markaların takımlarını giyip, en güzel otellerde konaklayabilen, hayata bakışı çoğu zaman bize sert gelse de, zamanla, “ne doğruymuş o zamanlar” dediğim. Hataları, sevaplarıyla babam. Bazen kızdığım, çoğu zaman büyük minnet ve hayranlık duyduğum. Keşke oğlum da bilse, insanın kökü taa derinde, gücünü ondan alıp, ileri atılmak için bir kuvvet, en büyük dayanak. Oğullarım ile çok konuşuyorum ben, hem de çok. Anlatamıyorum, yanlış yerden dalıyor olabilirim. Ama bitmeyecek bu çabam, yaşadığım sürece, bildiğimi, gördüğümü, kendi çapım neyse artık, elimden geldiğince. Bir gün onlar da bilecek, hissedecek. Yaa evet, annem derdi diye… #içimdengeldiyazdım#kendimenotlar Aralık 30, 2023 Uşak
-
Ketum
Bu ara yazmaya çalışıp yazamıyorum. Elalem yine beni ele geçirdi. Hissettiğimi yazıp, o anlık duygunun birine geçmesinden imtina eder oldum…Beni yargılamasın artık o okuyan kimse, içimi görmesin, kimse artık. Kabuğum yeterince sert mi diye tekrar tekrar bakayım istiyorum. Görmesin kimse beni. Ben de “ketum” olayım. Kıymetli, kıymetsiz ben de örteyim üzerini istiyorum çok da lüzumsuz bir durumu. Belki böyle böyle, ben de pişerim, taş olur açmam kapımı kimselere diyorum. Sahi, insanın içi böyle mi taşlaşıyordu? Kapılarını kapatmayı insan, hem aklını hem de kalbini ardına kadar açtıktan sonra mı öğreniyordu? Unuttum sahiden. Ben de öyle oluyorum dönem dönem. Söz bu sefer, dönmem tavrımdan diyip, içime eski ben kaçıyor. Bakıyorum hoop, açılmış kapılar. Buyur gel diyorum… Nerede o inatçı, dik duruş. Olmuyor benden yani. Mayam böyle, evde pişen yemeğin kokusu 100 metre ötede. Al sen de tadına bak der gibiyim. Halbuki öyle mi çoğu kimse. Birbirlerine aslında nasıl baktıklarını, bana nasıl da mesafeli olduklarını görüyorum. Kimi zaman dertleniyorum bu lüzumsuz durumla. Bazen de, “sal kızım, gitsin” diyorum. Kapının ardı önemli. Hem içime açılan kapılar, hem de içimden kapanan kapılar. Gece gece nereden çıktı bu yazı, inanın bilmiyorum. Uyku tutmadı, belki de şu kapılar kapanınca, yine tuttum eleştirdim kendimi. Ne kendimi, ne çocukları mutlu edebildim bu akşam belki. İşte bir yerlerden geldi, kalemin ucuna kondu yine artık bir şeyler. Çok da önemli değil aslında, anlık, dedim ya, üzerinde düşünülecek bir şey değil, hatta hiç değil..Yine her zamanki gibi #içimdengeldiyazdım Eylül 28, 2023 Uşak
-
Guzummm, tatlı guzumm…
İçimde deli bir yazma isteği. Yazıp da bir rahatlasam diye yazabildiğim kelimelerin peşi sıra gitme isteği. Tüm gerginliğe, tüm kaygılı ve asabi halime rağmen, iyi bir şeyler görebilmek için çabalayan hallerim. Tuhaf bir şekilde gelmeye ve geçmeye çalışan Eylül. Oysa deli gibi yazmak istiyordum. Dedim ya… Her akşam, her sabah evdeki ergen oğlumla bitmeyen kavgalar, sürekli ağlayan küçüğüm, tembelliğinden artık pes dedirten ortancam, sadece çabam ile yürüttüğüm insan ilişkileri, belirsiz gelecek kaygılarım ve aslında önümde göremediğim yolum. Böyle böyle anksiyetem var martavallarıyla oyalanırken ben, Eylül tüm hüznüyle geldi. Hesapladım, tam 6 yıldır seviyormuşum Eylül’ ü, aynı şekilde Ekim’ i, hatta Kasım’ ı. Ama sevemedik biz bu Eylül’ ü. Kulaklarımızda “guzum, tatlı guzum” feryatları, ince ince bir ananın çığlıkları… Yazdığım için beni kendimden utandıran satırlar. Yazma kızım dedim. Böyle mi olur sonbahar, ilk baharındayken, anasının çiçeği burnundaki civa gibi delikanlısı, sakalları kınalı gibi olmuş ana kuzusunun, acısı sadece anasının, babasının, kardeşlerinin, eşinin ve çocuğunun içinde mıh gibi kalacak olan acısı ile bizim biraz uzak, biraz yakından seyrettiğimiz, konuşsak konuşmaya utandığımız zamanlar, toprağın bile alırken belki ağladığı gencecik evlat… Bugün buralarda bir yerlerde kalsın bu yazı. Bugün de böyle, geçmeyen Eylül, hiç bitmeyen bu hafta. İçimizde bir enkaz, kalkmıyor, ağırlaşmış, çökmüş kalmış olduğu yerde. Bu sefer kelimelerim yetmedi gördüğümü anlatmaya, biliyordum zaten yetmeyeceğini. Bugün de böyle, ağır, çok ağır… Eylül 13, 2023, Uşak