Sevmek

  • Sevmek Bilgelik

    Dün halamı uğurlarken, Süreyya şöyle dedi:
    – Türkan abla, böyle anılabilmek için ne yapmak gerek, böyle güzel anılmak nasıl olur?
    Ben de;
    – Pek bilmiyorum ki Süreyya, dedim.
    Ben halamı, “halam” olarak sevdim. Ben onun yeğenlerinden biriydim. Ama başrol onundu. Yani o seven, ben sevilen idim. Diğer yeğenleri ve hayatında olan diğer insanlar için de belki böyleydi. Çok sevmek; insanı, kendini, ait olduğu toprağı sevmek, içinde olduğun çemberi tüm kesişim kümeleri ile sevmek belki de bu işin bilgeliğidir. Bir cevabım, halen yok bu soruya. Sevebilmek işin en bilge tarafı, herkesin yetenekli olamadığı. Doğuştan gelen, içinden yükselen, diğer tarafa çok güzel hissettiren…
    Evladını sevmek, tüm zorluklarıyla mücadele etmeyi kafaya koymak, bir işi sevmek, yaptığı her işi özenle yapmak, bir gün birine hediye ederim belki diye yaptığın iğne oyasını tüm renkleriyle uyum içinde yapabilmek, adam sen de dememek, sevdiğin kişilere onları sevdiğini hissettirmek belki bunun cevabı. Belki’ ler çok yine de. Kim olduğun, hangi meslek erbabı olduğundan bağımsız, Allah’ın verdiği yüce melekeleri insanlar ve kendin için kullanabilmek. Kimi insan Allah’ın ona verdiği tüm güzelliği yine insanlar için kullanmayı biliyor. İçinden geliyor insanın duramamak. Her çekirdek ve geniş ailede bir başrol oluyor. Filmler gibi, başrol iyi değilse, o filmi izlemek, seans bitse de gitsek diyeceğiniz türden. Başrol iyiyse, hayat dolu dolu yaşanası, oradan oraya koşturası, zorluklarla çok sıkı mücadele edilesi bir hayat oluyor. Tadını çıkarmak lazım sevilmenin de sevmenin de. İleride, bizler de gittikten sonra, kalanlara böyle tatlı bir soru bırakıyor işte. İnsan varlığını sorgularken, bir zamanlar kendini sevilmiş hissedince varlığını sahipleniyor, değerli oluyor. Birilerinin sevdiği olmak ve başroldekilerin sevebilme yeteneği belki de cevabıdır bu sorunun.
    #halacım #içimdengeldiyazdım Uşak,4 Eylül 2024

  • İyi olacağız…

    Mehmet Yaşin,  sosyal medyasından, eşinin vefatını şöyle duyurmuştu:

    – Beraber dünyanın en lezzetli hayatını geçirdik. Onsuz hayat tatsız, tuzsuz ve pazar akşamları makarnasız kalacak.”

    Bunu okuduktan sonra aklımda kaldı, hiç unutamadım.

    Annemiz, babamız, çocuklarımız, eşimiz… Kimi insan birinin gerçekten dünyası. Hayatını farkında olmadan yıllar içinde onunla doldurup, onsuz olmayı düşünemediği dünyası. Pazar akşamları birlikte yediğin ketçaplı Nuh’un Ankara spagetti makarnayı, dünyanın en lezzetli yemeği imiş gibi yiyebilmek herkesin harcı değil. Hayat birlikte yaşamayı başarmak iken, kimimiz bunu, katlanıp yolu bir şekilde bitirmek olarak görüyor olabilir. Kimimiz de, yanında olan insan ile tadını çıkarıyor. Bence çoğunluk ilk söylediğim grupta. Diğer türlüsünü başarabilmek için, çok fazla imkâna sahip olmak da gerekmiyor. Küçücük bir ayrıntı bile insana sevildiğini hissettirken, sevmekten keyif almayı da anlatıyor. Seni seviyorum diyemeyen insanlar için de binbir türlü yol var. Zaman tâbi biraz zalim bu konuda. Eskiden olanlar anılarda kalıyor gibi geliyor. Eskiden böyleydi ama artık… diye bir bağlaçla anlamı da duygusu da tersine dönen cümleler ile eskisi gibi olmayan ne varsa, yerini özlem dolduruyor. Aslında şimdi de var. Sadece ne oluyorsa bu dönemlerde, hızlı hızlı akıp gidiyor. Biz tadını bulamayıp, öncekini arıyor, bizde olmayıp, başkasında olanı özlemle seyrediyoruz. Onlarınki efsane bizimki fasa fiso gibi. Belki de çok büyük beklenti içinde olmayıp, gerçekten sizin olanın değerini bilmek gerekir. Aile olmak bence böyle bir şey. Katlanılmaz biri bile olsa sevdikleriniz, onsuz hayatın makarnasız bir pazar günü gibi olması, yokluğunun özlemle anılacak bir boşluk olması gibi ve bireysel olarak sizi sadece o veya onlar olduğu için daha iyi hissettirmiş olan onlarca önemli, önemsiz ayrıntı gibi. Hayat, sizin içinizi dolduran insanlar varsa güzel. Aileniz, çekirdek aileniz, yakın bir arkadaşınız, derin bir sohbet ile sevmiş olduğunuz bir dostunuz ile mesela.
    Benim her yazımın bir çıkış noktası var. Bu sefer halam ve eniştem idi. Halam, hastalığı boyunca enişteme;
    – O benim her şeyim diyordu. O olmasa ne yaparım diyordu.
    Dediğim gibi her şeyin çok da yolunda olması gerekmiyor sevebilmek, tadını almak için. Zaten zor olan, kolay olmayan günleri, dilinde ve kalbinde bir lezzet ile geçebilmek. Bu günler de geçecek inşallah hala. Yine, ben onsuz ne yaparım, o benim her şeyim diyeceksin. Geçecek halacığım, bu sefer de geçecek…

  • Ablama, iyi ki…

    Bir ablaya sahip olduğum için, bana göre hayata 1-0 önde başlayanlardanım. Ablam için, çocukluk ve ergenlik döneminde bu durum tam tersi olmuş olabilir tâbi ☺️ İnsanın ana babasından ona kalan en kıymetli mirası, konuşabildiği, varlıklarına iyi ki dediği kardeşleri. Ablam, namı diğer Abaküs Hamiyet ☺️, ismini Meryem halamın Hamiyet Yüceses hayranlığından almış ☺️ benim ki de malûm Türkan. Bizimkiler, isimleri yıldızlar geçidinden seçmişler ☺️Ablam benim 45 yılım. Abaküslüğü, belki benim 45 yılımı, kardeşimin 44 yılını, tüm aile efradı olarak ne anılarımız varsa, fil hafızası ile aklında tutuyor olmasından geliyor. Ülkenin veya dünyanın neresine giderse gitsin, arabayla, yürüyerek ya da toplu taşıma aracı ile yönünü her şekilde bizzat bulabilmesi ile meşhur. Hatta, geçen sefer İstanbul ‘ a gittiğimizde ;-İstoç ‘ u geçtik, geliyoruz diye aradık ablamı. Ama trafiğe kaldık dedim.Dur şimdi, kapama, şuradan git,buradan dön, orası boş olur diye diye beni evin yoluna çıkardı. Yandex Hamiyet diyor Alp. Bazen eniştem ve İpek ile oturup ablamın bazı absürtlüklerine gülüyoruz. İpek anlatırken kopuyor. Yazarken bile kendimi tutamayıp gülüyorum hatta. Gittiğim en güzel rotalara ablamla gittim. Çocuk 1 oldu, 2 oldu, 3 oldu ☺️ öf demedi, bizi her yere taşıdı. Yollardan çabuk çabuk geçip, en güzel yerleri gördük. En son Bodrum tatilinden sonra, ben dinlenmek için bir tatile gitsem iyi olur demişliği var☺️ malum, benim gerginliğim, çocukların hiperaktivitesi, sürekli bitmeyen devinim derken annemi, ablamı ve eniştemi çok yormuş olabilirim. Her kardeşlik gibi , uzun uzun yollardan geçtik. Aynı evde olsak hayatta anlaşamayız☺️ Çok farklı karakterlerimiz var çünkü. Çocukken en çok ablamla kavga ederdik. Benim vukuatlarım çok tâbi. Evde, kavga edeceğiz diye kapıların camlarından Süpermen edasıyla uçmuşluğum bile var. Ben düzenliydim, ablam dağınıktı. Ben paspal, ablam süslü, ben içe dönük,ablam konuşkan. Sonra ikimiz de şimdi orta yaş mı desek genç mi bilemedim☺️ koca kadınlar olduk. Ablamın o güzel enerjisiyle, “Günaaaydınnn” diye açtığı telefonlar,benim günümü halen aydınlatıyor. Anlayacağınız halen 1-0 öndeyim. Çoğu güzel zamanlardan oluşan iyi bir çocukluk geçirdim. Hepimiz geçirdik. Benim arka bahçem sağlam yani. Çiçeklerim halen açıyor. Ablam, o kadar kendi kendine yeterdi ki, hâlen öyle. Onun kendi kendine yeten, herkese koşan hali dışında bir halini görsem, ona nasıl yardım edeceğimi bilemezdim. Yıllar önce tüberküloz olduğunu öğrendiğimizde, o günü hâlen öyle net hatırlıyorum, ona el uzatmaya gücüm yetmezmiş gibi gelmişti. Halen o duygudayım. Ablam her şeye,herkese yetişmeye gayret ediyor. Ablam, diyince aklımda o deli dolu, coşkusu hem içinde hem dışında, ara ara çarpıştığımız, gülmekten altıma kaçıracak gibi olduğum o diyaloglar, babam bize koca koca kızlar iken dayanamayıp kızdığında, kapıda gülme krizine girişimiz, annemin orta sehpasına çıkıp assolist olan ablama, annemin yapma çiçeklerini koparıp koparıp atışımız, onun tanıdığı bir doktor veya uzmana giderken elime kendi fotoğrafını tutuşturup;- Benim resmimi göster, beni hatırlar, bak ciddi diyorum ☺️demesi ve benim bunu yapmam☺️ ve sonsuz iyi, komik, duygulu, coşkulu,zor, milyon tane an geliyor.Ablam benim. Seni çok seviyorum. İyi ki varsın. Hep var ol. Güzel günlerimizle, kavgamızla, sesini iyi duymak istiyorum demenle, çatır çatır bana gerçeği söylediğin ve gösterdiğin tüm dertleşmelerimizle, bizle, ailemizle hep var ol. İyi ki doğmuşsun. Anneannem o kapının açılmadığı karlı 24 Şubat gününü anlatırdı. O karlı günden bu güzel güneşli bahar gününe ve daha nicelerine. Sağlıkla yaşa, çok yaşa ❤️

    Şubar 24, 2024

  • MFÖ – Özkan Uğur Anısına

    ‌Demek böyle oluyor, bazen birden bire, bazen birer birer…Mazhar Fuat Özkan ‘ ın Özkan Uğur’ u vefat etmiş. İnsan, şahsen tanımadığı, ortak bir anısı olmayan bir insanın gidişini kalbinde bir hüzün ile ağırlıyor demek ki. Zaman geçiyor geçmesine, hem de hiç geri dönemeyecek şekilde. Geçen zamanın bize kattıkları ve aldıkları bir yana, yaşadığımız zamanlar kimi sahnelerle yekpare bir tablo gibi. Kiminde tablo, film gibi kayıt ediyor, oynuyor; kiminde bir fotoğraf karesi. Ara ara arka odalarında hatıralarımın, bir yer bulup koyamadığım, burada olduğunu unutmam diyip de unuttuğum zarflar, mektuplar, fotoğraflar, konser biletleri kalakalmış. Çünkü geçirdiğimiz her dönemde, bize eşlik eden bir şeyler oluyor. Kimine bir insan, kimine bir şarkı, kimine sıcak, geçmeyen bir yaz, kimine politika, gündem, kimine türlü türlü dertleri derken ille de bir şeyler o geçen, sonradan kıymetli olduğunu anladığımız zamanlara eşlik ediyor. MFÖ’ nün “Ele Güne Karşı” şarkısını bağıra bağıra söylemeyen kaç kişi kalmıştır? İkinci Bahar’ ı izlerken, anlatılan sevdaya ortak olmamış kim vardır? E işte böyle böyle geçiyoruz biz de, her gidenin ardından bir durup, sorgulamaya ve yine düttürü dünya tam hız devam ediyoruz. Hayatta kalma mücadelesi yani. Sözün özü, benim için her geçen gün biraz daha yaşama kaygısı ile gerçekten burada mı durmalıydım, benden geriye ne kaldı ki gibi bazen haklı, bazen zırva şeylerle kafamı yerken yine bir şeyler oldu bende. Yine birilerinin bir şeyler hatırlatma ve benim hatırlama vaktim imiş. O güzel enerjisiyle, dinleme ve aynı döneme denk gelme şansını bulduğum bir gruptu MFÖ. Özkan Uğur’ un vefatı bana, şimdi ne biçim bir teranenin içinde olduğumuzu, öncesinde içimizi ne güzel ısıttığını hatırlattı. MFÖ ‘ yü bir daha sahnede göremeyecek olmak çok acıttı içimi. Biz yine şanslıymışız. Bunları yazarken kulağımda bir sarı laleler… Umut verirdi o şarkı bana. Sanki bir yokuşu çıkarken, arkamdan bir el iter ve hızlıca beni düze çıkarır gibiydi. Eskiden bize eşlik eden güzel enerjili şarkılarla birlikte güzel zamanlar varmış. Böyle bir şey hissettim işte duyduğumda. Yine eskilerden bir parça bilmediğim bir boşluğa yuvarlandı. Oluyor böyle zaman zaman. Hatırlatıyor şarkılar, eski videolar, o şarkıyı ne delice söylediğimiz, o güzel Harbiye, Rumeli Hisarı konserleri derken, şimdinin kekremsi tadı buruyor ağzımı. Ne anlattım bilmiyorum, içimden geldi söyledim işte. Her zamanki gibi. #içimdengeldiyazdım
    ‌Temmuz 9, 2023 İstanbul – Uşak yolu

  • Teyzem

    Teyzem…O da teyzesine bir şiir yazmış ve sonrasında o defteri kaybetmişti. O günlerde blog veya sosyal medya olsaydı, belki hepsini birer birer okuyor olurduk. O güzel şiirlerden aklımda kalan “Teyzem” ve “Megaloman” şiirleriydi.
    Küçük bir kız çocuğuydum. Anneannemin evinde bir vesikalık fotoğraf bulmuştum. Fotoğrafı elimde tutup anneme sorduğumu hatırlıyorum;
    -Anne, bana bu önlüğü ne zaman giydirdiniz?
    Küçükken çok benzerdim teyzemin o fotoğrafına.
    Mor eteği, kırmızı ceketi, koca halka küpeleri, upuzun güzel saçları, ailede “süslü” lakabıyla teyzem, çocukken benim hissedemediğim bir hayat mücadelesi ile beraber biraz pembe bakar, çokça hayal ederdi. Bugün teyzemi gördüm. Kırmızı elbisesi, kısacık sarı saçları ve mini mini halleriyle yine yüzü gülüyordu, ne güzel… Asansör beklerken;

    -Anneannemden bayrağı sen aldın dedik. En çok hatır soran, tüm eş ve dost ile iletişimi halen koruyan, üşenmeyip giden, diğerlerine haber eden, kendinden vazgeçmeyen,biraz pembe bakabilen, hâlâ hayal kurabilen teyzem.
    Hiçbir şeyin eski tadıyla yenmediği günlerdeyiz. Günler geçiyor ama doyurmaya yetmiyor bizi. Kimi insanlar geçiyor hayatımızdan ama sası, zamanında toprağın suyunu yeteri kadar alamamış, tam zamanında soğuktan çiçekleri donmuş, meyve verecekken meyvesini kuşlar yemiş insanlar. Nereden baksan bir tarafıyla eksik kalmış. . Sohbeti tatsız, hayalleri donuk. Ne güzel dedim, o insanlardan değil Teyzem. Hâlen değil. İyi geldi teyzemi yeniden görmek. Teyzemin tedaviden sonra, kemoterapi ve radyoterapi almadığı, sağlığına kavuştuğu ilk doğum günü. Sanki o anlattığı hayalleri gerçek olmuş gibi kırışık konmamış yüzünde. Ben böyle yazarak anlatıyorum. Bu da benim kusurum bir anlamda. Jetonlarım köşeli, sonradan sonradan idrak ediyor, daha doğrusu önce o duyguyu anlıyor ve sonra hissediyorum. Nice yaşların olsun teyze. Bu yazdıklarım hem kalbimizde hem de burada kalsın.Senin şiirlerin gibi olmasın, hiç kaybolmasın. İçimden geldi yazdım. Haziran 24, 2023

  • Kendimi temize çekiyorum

    Kendimi temize çekiyorum. Böyle bir hissi yaşamak için, sanki kendimle, içimde affedemediklerimle vedalaşıyorum. Azot çevrimi gibi takılıp kalmışım aynı döngüde. Midem dolu ama ruhum beslenmemiş. Kanım sanki coşkuyla akmıyor. Temize çekiyorum kendimi işte. Affetmeye çalışıyorum. Affedemediklerime mesafe koyarak, daha az konuşurak, olmasa da kabul etmeye çalışarak.
    O döngüden çıkıp, bu sefer daha da eskiye gidip, beni eskilerden bilip, tüm amasız fakatsız hallerimle, kilometrelerce yürüdüğümüz, bir şarkıyı bağıra çağıra söylediğimiz, aynı odada haftanın 6 günü mesai yaptığımız, tüm abuk hallerimizle yaşadığımız dostlukları öyle özlemişim ki. Bugün aynı tüm bunları yaptığımız arkadaşım Esra’ yı aradım. Esra, Zuhal ve ben. Üçümüz karnımızda birer bebek taşıyorken, hatta Esra ile daha da evvel deli dolu kızlarken, bir şarkıyı kasedi koyup çevire çevire aynı odada akşamı ederken ne zamanlar geçirmişiz. Sonrasında anlamsız bir kopuş…Bu kadar yıl hangi ara geçmiş…
    Ve sonra Zuhal geldi buraya bir vesile ile. Eski arkadaşlar iyilikleri ile geliyorlar yanımıza. Sanki benim için kalbinin bir köşesine bu Türkan için diyip, iyi dileklerini orada korumuş ve uzak yıllardan, yollardan getirmiş. Zuhal bana dedi ki,

    Türkan, hazır Esra. O da seninle görüşmek istiyor.
    Gidince İstanbul ‘ a arayacaktım. Olmadı. Aradım bugün. Sanki her şey 11 yıl öncesinde kalmış. Ben konuşmak istemiyorum ne olmuş diye dedi. Konuşmadık. Temize çekiyorum kendimi. Kendime o kadar yalın geldim ki bu ara. İçim ayna gibi. Bakınca görüyorlar beni diye utanıyorum. Öyle huzur geldi ki bana, eskilerde bir kırık acaba bırakmadım kendime. Yine böyle bir akşam vakti, içimden geldi yazdım. İyi ki yazdım. Hep yazayım.

  • Those were the days

    Yeni evliydik. Henüz çoluk çocuğa karışmamış, Mehmet ile güzel bir yaz tatiline Cuma gününün akşamında, canım İstanbul’ dan çıkarak başlamıştık. Eskihisar-Topçular feribotuna bindiğimizi hatırlıyorum. Hatta martılar havada delice dönüyor, arabasından inenlerin çoğu, açık havada gitmeyi tercih ediyordu. Sanki Adalar vapurundaymışız gibi, şenlik içinde gidiyorduk. Rotasız yaptığımız, küçük ve güzel pansiyonlarda kaldığımız en güzel tatilimizdi. Olimpos’ a bile gitmiş, oradan kalkan günübirlik bir tekne turuna katılmıştık. Dönüşte korkunç bir fırtınayla birlikte, teknede yerlerde tutunmaya çalışarak, üzerimize vuran dalgalarla, zar zor kalktığımız kıyıya varabilmiştik. Hatta, orada tanıştığımız biri, dalgalar bize vururken, birbirimize sarıldığımız fotoğrafı tab ettirip, Mehmet’ in kendisini Ankara’da ziyareti esnasında vermişti. Her şeye rağmen, bu tatilden aklımda kalan tek şey, huzur, mutluluk ve sevgi oldu. Bugün de, aynı öyle bir günü hisseder gibi, 5 dakikalık çay molamda o günleri hatırladım. Nereden esti de, yad ettim bilmiyorum. Bu güzel hava, evdeki 3 çocuğun an itibariyle kavga etmiyor olması ve Kerem’ in ağlamıyor oluşu, kısa süreli mutluluk sebebim oldu. Allah’ ım, bu günleri bedenen ve ruhen sağlıkla geçirmeyi bizlere nasip etsin. Kalbimizdeki imanı arttırmayı diliyorum. İnsanları oldukları gibi, sıfatlarıyla değil ruhlarıyla kabul edip, kalbimizde ağırlayabildiğimiz eski, çok eski günlere yeniden dönmek nasip olsun. Her birimize.

  • Yine Orhan Veli hatırlattı

    Ezbere bildiğim şiirlerin sahibi Orhan Veli’ nin doğumgünü bugün. Bugün de twitter hatırlattı. Elimden düşürmediğim, beyaz kapaklı, yeşil beyaz bir kitaptı. Bir kediye, bir kadına, en güzel şehre, sefalete, garipliğe şiirler yazan Orhan Veli. En sevdiğim şairlerdendi. Bazen kısacık,üç satır, kiminin aklına mıhlanan şiirlerin sahibi. En çok İstanbul’ a ve çaresizliğine yazdığı şiirleri aklımda. Her sayfasını ezberlemiş, aklımda tutmuştum kitabının. Kitabı da, taşınmalarla birlikte, bir koli şiir kitabı ile birlikte kaybetmiştim. Ezberlediklerim de yarım yamalak aklımda. Bu dünyaya, kendimizden bir eser bırakabilmek, anılabilmek ne kadar güzel. Bir arkadaşım var. Kendisi kitap yazacağım demişti. Sonra, zaman geçti ve Selma kitabını çıkardı. Hatta büyük bir AVM’ deki, yine zincir bir mağazadan son kitabı, ben aldım. Aynı gün okuyup kendisini aradım. Bana şöyle bir şey demişti. “Bu dünyada, benden bir şey bırakmak istedim.” Onun kurduğu bu cümle beni çok etkiledi. Sadece, ünlüler, göz önünde olanlar, makam, mevki sahipleri, bilim insanları, büyük icatların mucitleri mi iz bırakır? Bence tam olarak böyle değil. İlber Ortaylı, kitabında, döşemeci Hüsnü Diker’ den bahsetmiş. Hatta, bulduğu yöntemle Hüsnü Usta dikişi tabiri de, döşemecilerin lügatı arasına girmeyi başarmış. Bugün, yapılan pek çok döşeme işinde oldukça fayda sağlayan ve adını silinmez bir şekilde yazdırdığı bir buluş belki de. Herkes bir iz bırakmalı, şair de olabiliriz, iyi bir usta, iyi bir işveren, iyi bir yatırımcı da. Birilerinin aşına, işine, ekmeğine dokunmak da ruhuna dokunmak da buna dahil. Velhasıl, Orhan Veli’ nin yazdığı şiirlerle dokunduğu milyon kişiden, belki biriyim. (Bu yazıyı, yine diğer yazılar gibi, türlü hengame içinde yazabildim. 11 yaşında ilk gençlik yıllarına koşarak gitmek isteyen bir ön ergen çığlıkları ve gururlu 6.5 yaş ile huysuz 1 yaş eşliğinde zor şartlar altında ☺️ Tek canları sağolsun…) Bu da aç parantez, kapa parantez gibi bir şey oldu🙄) Not: Fotoğrafa bakıp umut doldum. Bugün sabah, odamın penceresinden çektim. Corona günlüklerinde açan bir meyve çiçeği olarak, gözümde ve gönlümdeki yerini aldı.

  • Mutlu yıllar Kerem’ im

    Annelik benim için, mutluluk, endişe, kaygı gibi iç içe geçmiş duygularımla, sürekli sorma ve kendimi sorgulama durumu. Yeryüzünde, her anne evladına, kendi şartlarında annelik yapmaya çalışıyor. Kimi çocuğa, sadece bu yüzden şanslı diyor, kimine yazık diyip vahlandığımız oluyor. Kimi anne, çocuğuna bakabilmek için çalışamıyor, kimi, evladını yaz kış demeden pazar tahtalarının arasında büyütüyor, kimi anne, girişimci oluyor; kendi işyerinde bir oda yapıp, her gün çocuğunu yanında taşıyor. Kimi gündüz ayrı, gece ayrı bakıcı buluyor, yine de yorgunluktan dert yanıyor. Bunun gibi yüzlerce örnek sayılabilir. Kimin daha iyi anne olduğunu kimse bilemez, sorgulamak da dışarıdan bakan gözün haddi değil. Her çocuk için kendi annesi en iyisidir. Bir dönem vardır ki, bu hepimizin hayatında elbet yaşanmıştır. Başkasının annesi daha güzeldir, daha ilgilidir, daha dahadır işte. Bizim annemiz eksiktir, ama başkasının annesi kusursuzdur. Bu dönemin kısa bir dönem sürmesi de isabetlidir. Çünkü anne, yaş aldıkça daha çok özlenendir. Ben geçen yıl, bu günlerde üçüncü defa anne oldum. Öncelerden, mesela ortaokul ve lisenin ilk yıllarında, var olup giden düzene kafa tutar, insanların tutum ve davranışlarının değiştirilmesi gerektiğini düşünürdüm. Herşey kolaydı, hem ne vardı, öyle yapılmasa, böyle yapılsaydı. Zaman geçtikçe, öyle olmadığını anladım. Bunu anladıktan sonra, ben asla öyle olmam, böyle yapmam dediğim her şeyi de yaptım. Üniversitede Düş Sokağı Sakinleri dinleyip, lisede iki varoluşçu yazarın söyledikleri kafana yatınca ya da dünyanın karşısında eğilmez gibi düşüncen ve temsili figürünle matrix filmindeki gibi durduğunu sanınca, birşeyleri değiştiremiyormuşsun. Anne olunca, her nerede olursan ol, aynı duygular seni başka bir insan yapıyormuş. Yapmam dediğin çoğu şeyi normal alıp, kendin başka bir insana evriliyormuşsun. Kendi kapasiteme göre zorlu bir yıl geçirdim. Muhteşem ve zor bir yıl. Başkaları belki daha iyi karşılayabilirdi. Ben zorlandım. Hep omuzlarımda bir ağırlık hissettim. Çok içselleştirdim herşeyi. Nadir zamanlarda oluruna bıraktım. Oğlum Kerem 1 yaşına giriyor. Bana göre, annelik yaparken biraz çuvalladım. Üçünün de gözünün içine baktım. Gözlerinin karasına bir ömrümü veririm, üçünün de. Biraz birinin, biraz diğerinin gönlünü yapmaya çalışırken hep birşeyler yarım kaldı. Bunları eleştirmek, yargılamak için yazmıyorum. Elimden gelenin en iyisini yaptım, yapmaya gayret ediyorum. Yanımda olan, olmayan, destek olan, olmayan herkes, iyi ki var. Herkesten birşeyler öğrendim. Alp için, ilk doğum gününde bir mektup yazmıştım. Mert’ e yazamadım.Kerem ilk yaşına girerken, onun şahsına da bir mektup yazabilecek miyim bilmiyorum. Fırsat bulup yazmayı kendimden diliyorum ☺️ Mutlu ve sağlıklı yılların olsun 3 numaram, kara kuzum👶🧿

  • Annem ile kahve içmeyi özledim (çok)

    “Anne olunca anlarsın” der tüm anneler. Benim annem de hep öyle derdi. Annelik bir yolculuk. Annemi tam olarak anlayabilmek için, onun aştığı tüm yolları geçmem gerek. Bu nedenle, annemi tamamen anladım cümlesini şu an kuramam. Ama anne olduktan sonra, annemi daha iyi anladım diyebilirim. Herkesin annesi en iyisidir. Ben,annem kadar sabırlı bir anne değilim. Çünkü annem hep sabır taşıdır. Bize, torunlarına, babama. Hep toprak gibi; alır göğsüne, sanki sinesinde tutar. Annem, üç çocuğunu da, imkanları dahilinde en iyi şekilde büyütmüş. Bazen anneme, biz senin kadar annelik mi yapıyoruz derim. Herkesin anneliği çocuğuna elbet. Eminim her anne, zaten en iyisidir. Hasta evladını bekleyen anne, evladını değil çatlamış toprağa dokunup, sevebilen anne, anne olmayı dileyip, türlü türlü yollara rağmen anne olamayan, anne ruhlu kadın. Ben, bazen yorulunca, benim ki de iş mi derim. Şükrederim, ama şükrettiğim için de utanırım. Annelik sürekli bir endişe hali, hatta delilik. İnsan bazı anları, bazı lafları aklına kazıyor. Böyle güzel bir günde, belki ne gerek var, yazmış yine diyebilirsiniz. Ben hiç unutmadım. Bizim bir akrabamızın kızı 17 yaşında vefat etti.Ansızın. İnsan dillendirmek bile istemiyor. Ama yazacağım. O gün, işte malum gün, annesi feryat ediyordu. “Biz dün falanca yerdeydik, öyle yedik, öyle yedik ki ,meğer benim evladım ölmüş o saatte. Birden durdu, sahi aç mıydı, karnı aç mıydı diye dakikalarca aynı yerde kaldı, ağladı. Sahi aç mıydı lafı dokunmuştu bana, ben daha genç bir kızdım o gün. Pek çok hikâye var, dinlemesi, duyması zorken, buna dayanmak da nasıl olur dediğimiz hikâyeler var. Allah’ım hepinizin evladını bağışlasın. Sağlıkla büyüdüklerini görmeyi nasip etsin. Bir hadis-i şerif var. Tam cümlesini bulamadım. Şu anlama geliyor. “Evlatlarınıza dua ettiğiniz zaman, onların etrafında nasıl bir zırh olduğunu bilseniz, dua etmeyi bir dakika bile bırakmadınız” diyor. Allah’ ım evlatlarımızı da, annelerimizi de başımızdan eksik etmesin. Annemle kahve içmeyi çok özledim…😔