Pandemi

  • Pandemi Vol. bilmem kaç

    Ben ve çocuklar evdeyiz. Eşim işe gidip geliyor. Endişeliyim ben de herkes gibi. Koronadan ölmezsek, Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne yatabilir yahut reddedip kafamda huni ile gezmeyi kabul eden tescilli bir deli olurum😊 Bugün bir uzman, dışardan gelince, kapı kolunu dirseğinizle açın,sonra ellerinizi yıkayın yarım dakika ve üzerinize değiştirip, çamaşırlarınızı 60 derecede yıkayınız diyor.🙄 Sanal market, Uşak gibi bir yerde gece ancak siparişi getirebildi. Havlu kağıt evde hızla bitiyor, daha denk getirip alabilmiş değilim. Dışarıdan her gelene şüphe ile yaklaşıyorum. Evde büyük oğlum ve eşim ile hijyen deliliği yüzünden tartışmamak için dişlerimi sıkıyorum. Zaten bu salgın, evlilikleri önemli derecede test edecek, bundan eminim. Damacana su siparişi verdim, damacanayı kolonya ile sildim. Ne hale geldik. Zaten hijyen konusunda, bilenler bilir, oldukça takıntılı olup, maalesef ki başak burcuyum 😁 Bu günleri geçirmek için, kesinlikle tedbirli olmalı, evde kalmalı, büyüklerimizle temas halinde olmadan bu günleri geçirmeye çalışmalıyız. Çok zor da olsa, umutlu olmalıyız. Bizler, bu dünya sahnesinde belki de oynanan bir taş da olsak, mevcut durum içinde umutlu olmalıyız. Herkese sağlıklı günler diliyorum. Bu arada, totem yaptım, orkidelerimin hepsi çiçek açınca bahar gelecek. Umut etmekten kimse ölmemiş.

  • Ne önemi var ki?

    Aslında, ellerim yıkamaktan perişan, kapı kollarını, telefonumu kolonya ile sürekli silmekten, işten gelen kocamı ve kıyafetlerini risk gibi görmemden, ara ara hata kodu bilmem kaç verdiğimden bahsedecektim. Ama hepsi bana çok lüzumsuz geldi.
    Bizim için çalışan, zor günlerde yanımızda olan ve olacak sağlık çalışanlarımız, biz sıcacık evlerimizdeyken, her türlü hizmeti aksatmadan bize sağlayan her alandaki değerli insanlar, sizlere müteşekkiriz. Tüm kalbimle “iyi ki varsınız” diyorum. Bu dönemde, ailesinin bakımı için çalışmak zorunda olan ve işi artık olmayan insanlar için de ayrı bir üzüntü duyuyorum. Hepimizin birileri için yapacak birşeyi muhakkak vardır. Bizim de durumumuzun ne olacağı hiç bir zaman belli olmayabilir. Ben hep şöyle dua ederim. “Allah’ ım, bugünümüzü aratma, gördüğümüzden geri koyma ve ihtiyacı olan insanlara yardım etme fırsatı ver” . Elbet, nice güzel dua vardır. Öyle güzel, içten edileni vardır ki, duanın söylenişindeki naiflik insanın kalbini titretir. Bu da benim dualarımdan biridir. Yarın “Miraç Kandili” . Allah’ ım sevdiklerimizle nice kandillere eriştirsin hepimizi… Fotoğraf,#evdekal günlerimizden, Bu portakalları keserken, çocuklara durmadan alternatif sunduğumu fark ettim. Mesela, portakalları elma gibi mi, halka halka mı keseyim ya da pilavı kase ile şekilli koyayım,nohutu üstüne mi etrafına mı gibi sorular soruyorum. Sonra da, şükretmiyorsunuz diye kızıyorum. Halbuki, bu konfor alanını onlara ben verdim. Bu da bambaşka bir konu. Zaten bu aralar ne önemi var ki…

  • Pandemi vol. bilmem kaç

    Yeşil, görünmeyen bir virüsten kaçıyoruz. Görmediğimiz, etkisinden korktuğumuz o yeşil musibet için farklı farklı terminolojiler hayatımıza giriyor. Yakından eğitmekte zorlandığımız oğlumuzu, uzaktan eğitmeye çalışıyoruz. Fotoğrafta da görüldüğü gibi, odada kürt çalıyor, çingene oynuyor. Ben de, ortaokul Eba TV seyrediyorum. Seyretmesi gereken oğlum, kardeşiyle kavga ediyor. Asla şikayet etmiyorum ancak belirsizlik zor. Aklım, anamız, babamızda, evlatlarımızda. Eve gelen kocamı, kolonya ile karşılayıp, kontrolü elde tutmaya çalışıyorum. Kapıyı çamaşır suyu ile silip, yere çamaşır sulu bez koyuyorum. Tezgahı birkaç defa çamaşır suyu ile silip kolonya döküyorum. Çocukları evde oyalama etkinliklerine de, temsili garip bir kuş gibi bakıyorum. Benim işim bitmiyor ki, ne etkinliği . Eskiden ne güzelmiş günler dedik arkadaşımla konuşurken. Yine güzel olsun, Allah’ ım bu günlerimizi aratmasın. Dualarımız kabul olsun. Evet duaya da çok ihtiyaç var. Tükettigimiz, yıktığımız, değersizleştirdiğimiz her şey için, sanki biz bu günlere geldik. Hiç birşeyin eskisi gibi olmayacağı dünya. Herkesin söz birliği ettiği bu laf, beni çok korkutuyor. Sağlıkla kalalım…

  • Pandemi Vol.bilmem kaç

    Gözümü kapatıyorum, herkes bir odada, ne yapacağını bilmeden bir yerlere koşturuyor. Adı çaresizlik bu koşturmanın. Tüm dünya, ne yapacağını bilmez halde ya saçmalıyor, ya ağır bir görev ile üzerindeki yükü kaldırmaya çalışıyor, kimileri hariçten gazel okuyor, kimi işinin, aşının peşinde. Gemi açık denizde bilinmeze gidiyor. Çizgi filmlerdeki gibi, ufukla birlikte gözden yitip gidiyor sanki. Her güne ümitle uyanıyordum, ancak her yerde felaket senaryoları geziyor. Sanki sosyal medyaya bakmadan hiç birşey öğrenemeyeceğim gibi, her fırsatta oraları kurcalıyorum. Bunlar iyi günlerimiz diyor çoğu yerde, Whatsapp gruplarının hepsi felaket habercisi. İyisi olmayacak biliyorum da; kabahati bilgileri veren gruplara, sosyal medyaya atıyorum. Sanki onlar söylemese her yer bahar, her yer çiçek. Birilerine birşey olduğu zaman, vah vah tüh tüh deyip, kısa bir süre üzüldükten sonra çok önemli hayat telaşlarımıza dönüyorduk hepimiz. Şimdi sadece bekliyoruz. Dün neyimiz vardı ise, çoğu yarın olmayacak.
    Bugün, küçük Mert, sırtımı kaşı anne dedi. Sonra seni seviyorum dedi. 1 yıldır uyutmayı
    beceremediğim minik Kerem yine direnirken, bıraktım uyutmaya çalışmayı. İçime çektim kokusunu, ciğerlerimi sevgisiyle doldurdum. Uykusuz bir geceye doğru gözlerimi kapasam da, huzur buldum kısacık. Yarın sabah da umutla uyanmak dileğiyle… Hepimiz için, tüm hastalar için, şifa bekleyenler için, bu sefer gerçekten Allah’ıma el açıp, yakaran kullar için. Umut etmekten vazgeçmemiş olmayı diliyorum. Allah’ ım hepimizi korusun, esirgesin.

  • Ben bugün oğlumu gördüm

    Yüzyıllarca yaşayacakmış gibi uzun uzun üzüldüğüm zamanlar oluyor. Bazen öyle evhamlı, öyle bıkkın oluyorum ki. Bazı dönüm noktalarımız var hepimizin, keşke ardını görebilsem dediğimiz sahneler. Bir film vardı, sonra benzerleri de çekildi. Filmin adı “Sliding Doors”. Gywneth Paltrow oynuyordu. O metroya binseydi ne olurdu, binmeseydi ne olurdu diye gelişen olaylardı. Filmin ne girizgahını, ne sonucunu hatırlıyorum. Film bende sadece bir etki bırakmıştı. Kendim de, böyle düşünürüm bazen. Matematik yaparım ablamın dediği gibi, bir avucumda artılar, bir avucumda eksiler.(işletme, iktisat okuyanlar bilir, pros & cons). İşlemin sonucu beni kalben ve mantıken mutlu edecek mi diye tartarım. Beni mutlu etmeyen dönüm noktalarında yanlış toplamalar, çıkarmalar yaptım. Ama sonrasında şunu fark ettim. Bunların hepsi hayra çıktı. Hayır sandığımda şer, şer sandığımda hayır varmış meğer. Bu aralar, malum süreç, sürekli bir hesaplaşma hali, olanların yerine böyle olsaymış dediklerim ve en önemlisi de günlük çıkmazlar ile kendimi bunaltmayı başardım. Bedenen o kadar yoruldum ki, uykusuzluk canıma tak etti. Çocuklar, 13 Mart’ dan bu yana eski düzenlerinden ayrılar. Önce başlarda yaşanan korku, süreci kabullenmeye başlamaya doğru gidiyor. Biz de bir hale, yola girdik, gireceğiz gibi duruyor. Bugün yine çocukların çığlıkları, Alp’ in Mert’ e gücünün yetmesi, onu durmadan ağlatması, Kerem’ in sürekli içinden gelen ağlama isteği, geceleri ayakta gezmem derken, çok insani bir hisle bunaldım. Birkaç gündür zaten darlanmıştım. Sonra Alp’ i gözlemledim. Günlerdir beni bunaltan çocuk, ışık gibi parladı gözümün önünde. 2 gündür bizimle kendi isteğiyle sahur yapıp orucunu tutuyor. Kerem’ i oyalıyor, masayı benimle hazırlıyor. Havuçları soyup, bardağın içine güzelce yerleştiriyor. Sonra en çok hoşuma gideni, bir genç gibi evin içinde kendi keyif alanını yaratmış olması. İftardan sonra, büyük cam kupaya çayını koyup, kitabını okuması, Tommiks sevmesi, kapılara saçma sapan yazılar asması ve nicesi. Bugün, bu yorgunluğuma karşılık Allah bana çocuğunun büyüdüğünü gör dedi sanki. Birden önümde abartılı, ışıklı kocaman bir fener gibi çaktı. Sonra şükrettim sonsuz🙏
    Gündelik, çözülemeyen sıkıntılardan bahsediyorum. İnsan göremiyor bazen karşısındaki ışığı. Allah,’ ım, her ana babaya, evlatlarının sağlıkla büyüdüğünü görmeyi nasip etsin. Bugün, ben oğlumu gördüm. Meğerse, ben onu gerçekte, çoğu zaman görmüyormuşum.

  • Biraz Umut

    İşin ilmine ermiş gibi yazamam, ahkam keser gibi konuşmayı deseniz, konuşamam. Belki anlık, kendi içimde yoğun bir şekilde hisseder ve duygu geçişini ancak kendime hissettirebilirim. O yüzden, ne yaptığım karalamalarda, ne de burada, öğrendim ki diye başlayan süslü cümleler kuramam. Sadece der, paylaşırım belki. Başlarda, yeni bir ruh halinden ötekine geçeceğimi, kısıtlamalara rağmen günlerin sular gibi geçeceğini tahmin edemezdim. Özlemeye nasıl dayanacağımı da mesela hiç düşünmemiştim. Her şey normale döner ve yaz yine başlardı. Ama eskiye dönmek zor gibi. Dün sahurdan sonra, babam geldi aklıma. Biz buradan gidince, çocukları sırayla koklar, kokularını içine çeker, sonra da anneme seslenir, ” Esiiin, ohh, tamam, bitti benim işim, bitti özlem der”. Ona göre özlemek demek, torunlarının kokusunu ciğerlerine doldurmak. O kadar çok an varmış ki yaşanan, en kıymetlilerinden hem de. Babamın bize yaşattığı, bize sıradan gelen bu an gibi. Bugüne kadar anlamamış, görmemişim. Bir arkadaşım, evinin balkonundan, binalar arasından görünen denizin fotoğrafını paylaşmış. Ah dedim, deniz kokusu geldi burnuma. İstanbul’ da Mehmet ile gittiğimiz açıkhava konserlerinde, denizden vuran esinti, çoook eskiden gittiğimiz Rumeli Hisarı konserleri, yaz mevsiminin, müziğin ve birlikte olmanın mutluluğu. Sanki bu günler hiç geri gelmeyecek gibi. Tabi bir de komplo teorileri var. Bunlara inanmak dahi istemiyorum. Her şeyi fotoğraf kareleri ile aklımda tutan ben, dokunmadan, kokusunu duymadan, hissetmeden nasıl yeni bir düzende yaşayacağımızı hayal edemiyorum. Çocukların bu düzende ne kadar çocuk olabileceklerini düşünüyorum. Bazı günleri çok sıradan hissederken, bazı günler mutsuz, bazı günler enerjik oluyoruz. Tabi aynı ev içinde birbirimizi etkiliyoruz. Onların gözüyle görebilince, daha umutlu olmak için sebepler buluyorum kendime. Bazen durmak, birşey yapmadan beklemek istiyorum. Sadece şu mübarek ayda şükretmek, şükretmek, şükretmek… Kavuşmanın kıymetini bileceğimiz eski güzel günlere doğru umut etmek istiyorum.

  • Annem ile kahve içmeyi özledim (çok)

    “Anne olunca anlarsın” der tüm anneler. Benim annem de hep öyle derdi. Annelik bir yolculuk. Annemi tam olarak anlayabilmek için, onun aştığı tüm yolları geçmem gerek. Bu nedenle, annemi tamamen anladım cümlesini şu an kuramam. Ama anne olduktan sonra, annemi daha iyi anladım diyebilirim. Herkesin annesi en iyisidir. Ben,annem kadar sabırlı bir anne değilim. Çünkü annem hep sabır taşıdır. Bize, torunlarına, babama. Hep toprak gibi; alır göğsüne, sanki sinesinde tutar. Annem, üç çocuğunu da, imkanları dahilinde en iyi şekilde büyütmüş. Bazen anneme, biz senin kadar annelik mi yapıyoruz derim. Herkesin anneliği çocuğuna elbet. Eminim her anne, zaten en iyisidir. Hasta evladını bekleyen anne, evladını değil çatlamış toprağa dokunup, sevebilen anne, anne olmayı dileyip, türlü türlü yollara rağmen anne olamayan, anne ruhlu kadın. Ben, bazen yorulunca, benim ki de iş mi derim. Şükrederim, ama şükrettiğim için de utanırım. Annelik sürekli bir endişe hali, hatta delilik. İnsan bazı anları, bazı lafları aklına kazıyor. Böyle güzel bir günde, belki ne gerek var, yazmış yine diyebilirsiniz. Ben hiç unutmadım. Bizim bir akrabamızın kızı 17 yaşında vefat etti.Ansızın. İnsan dillendirmek bile istemiyor. Ama yazacağım. O gün, işte malum gün, annesi feryat ediyordu. “Biz dün falanca yerdeydik, öyle yedik, öyle yedik ki ,meğer benim evladım ölmüş o saatte. Birden durdu, sahi aç mıydı, karnı aç mıydı diye dakikalarca aynı yerde kaldı, ağladı. Sahi aç mıydı lafı dokunmuştu bana, ben daha genç bir kızdım o gün. Pek çok hikâye var, dinlemesi, duyması zorken, buna dayanmak da nasıl olur dediğimiz hikâyeler var. Allah’ım hepinizin evladını bağışlasın. Sağlıkla büyüdüklerini görmeyi nasip etsin. Bir hadis-i şerif var. Tam cümlesini bulamadım. Şu anlama geliyor. “Evlatlarınıza dua ettiğiniz zaman, onların etrafında nasıl bir zırh olduğunu bilseniz, dua etmeyi bir dakika bile bırakmadınız” diyor. Allah’ ım evlatlarımızı da, annelerimizi de başımızdan eksik etmesin. Annemle kahve içmeyi çok özledim…😔

  • Gel de geç Eylül

    Eylül…İki hece. Her yer hem sıcaklık, hem de gündem olarak kaynarken, adı ile içimize ferahlık veren ay. Çok anlamlar yüklenebilir Eylül’ e. Dolu dolu gelen bahardan sonra, birikmiş kırgınlıkları üstüne üstüne süpürdüğümüz, yarım kalan kalp ağrılarını son dönemeçte daha çok hissettiren… Adı gibi, hissi de fiyakalı üstelik. Ayrılıkların, aşk şarkılarının baş tacı, son çeyrek planlarının en umutlu başlangıcı. O güzide mevsimin habercisi olan Eylül. Aslında seni hep sevmişim. Sonbaharda hep ardıma bakardım, bu sonbahar ardıma bakmadan yürüyüp geçmek istiyorum. İstemiyorum artık eldeli toplama çıkarma işlemlerini. Dümdüz yaşamak istiyorum. Bu Eylül ürkütüyor beni, adı bende hayranlık uyandırsa da. Her gün bana öyle değişik bir mevsimden geçiyoruz gibi geliyor ki. Bu belirsizlik, bu sıcak hava, artık anlık değişen ruh halimiz, giderek tuhaflaşan yeni dünya ve oyuncuları. Bu tuhaflığa uyum sağlama hızımız bile beni şaşırtıyor. Kendim, kendime şaşıyorum bazen. Her şey çok hızlı ve sıradanmış gibi yaşanıyor. Gerçekten öyle mi hissediliyor, bunu düşünüyorum bazen.
    Eylül sanki bütün bunların hüznünü biriktiriyor kendinde. Huzurla gel ve sağlıkla geç Eylül. Çünkü bu sefer buna çok ihtiyacımız var…

  • Uzaktan Eğitim!

    Milli Eğitim Bakanımız’ ın paylaşımlarını okuyorum. Okurken içimde bir his beliriyor. Ucundan tutmasan kaçıp gidecek bir şeyleri öyle coşkuyla tutmaya çalışan içerikler ki, kendimi her yazısını okur halde buluyorum. Bu aralar gelgitli ruh halimi tanımlıyor gibi geliyor böyle yazılar. Tam bu Eylül ayında, her şey ucundan tutmazsak kaçıp gidecek gibi geliyor. Çocukların uzaktan eğitim şeklindeki, benim kontrol edemediğim çalışma modeli, ilkokul 1.sınıfa gidecek miniğimin bunları nasıl karşilayabileceği, sağlığımızın her zaman daim olup olmayacağı soruları, öylesine koyversem de yaşasam isteği, sonrasında bu ipin ucunu hep yakalama isteği. Şaşan düzenimiz, insanı olarak beklentilerimiz, yarım bıraktıklarımız derken öyle geçip giden günlerimizde duygular, beklentilerimiz, şükür ve pişmanlıklar zaman zaman iç içe geçiyor. Onlarca deneme yazısı yazıyorum bu ara, ama hepsi yarım kalıyor. Bir konuda düşünüyor ve onu yazıyorum. Mesela, adalet, hatır, çocuklar için harcanan emek ve zaman gibi aklıma ne gelirse not alıyorum. Bana nefes aldıran tek şey bu, şu dönemde. Farklı yaşlardaki 3 çocuğu idare etmekte çok zorlanıyorum bu aralar. Tek sağlık olsun yeter diyorum ama… İpin ucunu tutuyorum var gücümle, kaçmasın diye, sımsıkı…