İyi hissettirenler
-
Özledimmm
Sezen Aksu ‘ nun bir şarkısı şöyle başlar:
Özledimmm…
Yaz gribi gibi oldum. Dinlenebilmek için fırsat kolluyor, ne olur gözümü 5 dk kapatayım, lütfen diye, çocuklara derdimi anlatmaya çalışıyordum.Yukarıdan durmadan çalışan çamaşır makinesinin sesi, Mert’ in telefonu ele geçirmek için verdiği ısrarlı mücadelesi, Kerem ile kavgaları, ateşi ara ara çıkan küçük Kerem’ in halsizleşmesi.. Fonda benim bu hiç bitmeyen hengame içindeki 45 yaşındaki kadın insan, kadın Türkan, insan Türkan olarak, saniyelik kapadığım gözlerimle bir şarkıya takılıp kalmam. Özledimmm..
Ne zaman denizden esen o iyot kokulu rüzgarın, omzumun üzerinden tatlı tatlı esip geçtiğini, bırakmak istediğim duyguları evde bir odaya kapatıp, o tatlı rüzgarın hoş kokusuna doğru yürüdüğümü unuttum. Özledimmm dedim. Gözümü kapatıp bir an, yaz mevsiminin, henüz başıma gelmesi sadece bir olasılık olan şeyler için beni hırpaladığı, sonbahar görünümlü kış gibi olmamasını diledim.
Dün bir blog yazarının, ki kendisini ifade şekli çok hoşuma gidiyor, “bugün her şeyi elime yüzüme bulaştırmadığım bir gün oldu” lafını öyle anlayarak okudum ki. Arada benim de oluyor böyle günlerim dedim. Özlediğim günlerde olduğu gibi, tastamam aynısı bu hissettiğim. Yüzüme gözüme bulaştırmadığım, dingin zamanlar. Yetemiyorum artık, gücüm yok diye kendime kulplar taktığım yüklü günler yerine, dingin; mimarıyım işte ben hayatımın diye gerine gerine, içime içime, belli belirsiz bir neşeyle, biraz ama’ lı da olsa gururla söylediğim zamanlara geçmek istiyorum bir an önce. Özlemek, kimi için geçmişe doğru, kimi için mevcut düzende, içindeki boşluk öyle ağır geliyorken , ümitli günlere özlem.. Her durumda özlemek de bir duygu, var, unutsak da, kendini zaman zaman hatırlatsa da…
Bugün de böyle, yazacak çok şey vardı, içimden geldi, bu sefer bu telden yazdım. #içimdengeldiyazdım #kendimenotlar -
Kabuğum
Eğer doğruysa, her insanın onunla birlikte doğup, o ölünce kaybolan bir yıldızı varmış. Rivayet bu ya. Öyle ki, uzaydan bakılınca bu yıldızın yok olma süresi o kadar kısaymış ki, biz insanoğlu türlü türlü hayat gailesi içinde yoğuruluyorken, hoop bir yıldız kayar gibi çekip gidebiliyormuşuz. Bir kısmı, kulağa hoş gelen romantik hikayeler olabilir. Belki de öyledir. Her birimiz, eşsiz, ancak sahildeki herhangi bir kum tanesinden biriyiz. Aslında diğer kum taneleri için de, herhangi bir kum tanesiyiz. Bizden milyarlarca olmasına rağmen hepimiz biriciğiz. Son senelerde, kabuğumun içinde bana ayrılan boşlukta kıpırdamaya çalışarak yaşıyor gibi hissediyorum. İçeriden kuvvetli bir tekme atıp, o kabuğun rahatlatıcı ve bilinmezliğin habercisi çatırdama sesi ile bir seviye daha rahatlayıp, hadi koşmaya devam demek istiyorum. Beni tutan ne yapacağımı bilememek belki de. Üzerime yağması muhtemel rüzgarın beni ıslatmasından imtina ediyorum. Rüzgarın beni ters yüz etmesi durumunda, yapmam gerekenleri yapamayacağımı biliyor, kabuğum ve ben mutlu yaşıyoruz. İçimdeki enerji, yerden kaynayan temiz bir su gibi…
İnsanlar bu dünyaya yıldızlar gibi kendi ışıklarıyla gelip, ışıklarıyla gidiyor. Kimi parlak, görünüyor, kimini sadece az insan görüyor. Kimi, kum taneleri gibi kısacık hayatta savrulup gidiyor, ışığına rağmen… Dün 44. yaşımı bitirdim. Kendime bir şeyler diledim. Bu kadar betimleme yapıp anlatmama rağmen, çoğu şeyin aynı kalmasını diledim gibi. 40′ dan sonra her şeyi küçük küçük keşfediyorum. Bu da bunlardan biri. Kabuğu içeriden kırmak gerek. Bazen kuvvetli bir çekiç darbesi ile, bazen de küçük küçük sezdirmeden. Tünelin ucundaki ışığa kavuşmak isteyen bir mahkûm gibi. Öyle istemek ile dilemek ile olmuyor. Bunlar büyük şeyler değil, kendim olmam için yapılması gerekenler. Daha, benden bir tane daha yok, yarısı çoktan geçti yolun diyerek, ışığı daha çok görme isteği benimki. Sabahları daha da erken kalkıp günü kaçırmama, belki küçük bir iki şey karalama fırsatı bulma, enerjisiyle beni yormuş olanları çok duymama, her şeyi bilir gibi konuşanların yanında susabilme olgunluğu, benim hakkımda ne düşündüğünü bildiklerimi, onlara rağmen yargısızca karşılayabilme, daha sakin kalabilmek için her tür desteği almaya hazır bulunmak ve denemek, çok daha az konuşup, uzun uzun susmak, değmez diyip arkamı dönüp gitmek, ama içime ve sevdiklerime dönmek. O kadar çok şey var ki fark ettiğim. Farkındalıklarla yaşamak mutlu ediyormuş beni. Hayatın gerçeklerine rağmen kendimin farkına varıp, yolumu görmeye çalışmak. Bazen kabuğun altından, bazen haberci gibi tepeden, kuş uçuşu bakarak …Yerden kaynayan o temiz su, benim içimdeki enerji, yine bir şeyler diledim bile yazarken. Kalbini temize çekmek isteyenlere gelsin bu yazı. Zira, ben bir süredir, temize çekiyorum kendimi. #içimdengeldiyazdım #kendimenotlar Ağustos 31, 2023 -
MFÖ – Özkan Uğur Anısına
Demek böyle oluyor, bazen birden bire, bazen birer birer…Mazhar Fuat Özkan ‘ ın Özkan Uğur’ u vefat etmiş. İnsan, şahsen tanımadığı, ortak bir anısı olmayan bir insanın gidişini kalbinde bir hüzün ile ağırlıyor demek ki. Zaman geçiyor geçmesine, hem de hiç geri dönemeyecek şekilde. Geçen zamanın bize kattıkları ve aldıkları bir yana, yaşadığımız zamanlar kimi sahnelerle yekpare bir tablo gibi. Kiminde tablo, film gibi kayıt ediyor, oynuyor; kiminde bir fotoğraf karesi. Ara ara arka odalarında hatıralarımın, bir yer bulup koyamadığım, burada olduğunu unutmam diyip de unuttuğum zarflar, mektuplar, fotoğraflar, konser biletleri kalakalmış. Çünkü geçirdiğimiz her dönemde, bize eşlik eden bir şeyler oluyor. Kimine bir insan, kimine bir şarkı, kimine sıcak, geçmeyen bir yaz, kimine politika, gündem, kimine türlü türlü dertleri derken ille de bir şeyler o geçen, sonradan kıymetli olduğunu anladığımız zamanlara eşlik ediyor. MFÖ’ nün “Ele Güne Karşı” şarkısını bağıra bağıra söylemeyen kaç kişi kalmıştır? İkinci Bahar’ ı izlerken, anlatılan sevdaya ortak olmamış kim vardır? E işte böyle böyle geçiyoruz biz de, her gidenin ardından bir durup, sorgulamaya ve yine düttürü dünya tam hız devam ediyoruz. Hayatta kalma mücadelesi yani. Sözün özü, benim için her geçen gün biraz daha yaşama kaygısı ile gerçekten burada mı durmalıydım, benden geriye ne kaldı ki gibi bazen haklı, bazen zırva şeylerle kafamı yerken yine bir şeyler oldu bende. Yine birilerinin bir şeyler hatırlatma ve benim hatırlama vaktim imiş. O güzel enerjisiyle, dinleme ve aynı döneme denk gelme şansını bulduğum bir gruptu MFÖ. Özkan Uğur’ un vefatı bana, şimdi ne biçim bir teranenin içinde olduğumuzu, öncesinde içimizi ne güzel ısıttığını hatırlattı. MFÖ ‘ yü bir daha sahnede göremeyecek olmak çok acıttı içimi. Biz yine şanslıymışız. Bunları yazarken kulağımda bir sarı laleler… Umut verirdi o şarkı bana. Sanki bir yokuşu çıkarken, arkamdan bir el iter ve hızlıca beni düze çıkarır gibiydi. Eskiden bize eşlik eden güzel enerjili şarkılarla birlikte güzel zamanlar varmış. Böyle bir şey hissettim işte duyduğumda. Yine eskilerden bir parça bilmediğim bir boşluğa yuvarlandı. Oluyor böyle zaman zaman. Hatırlatıyor şarkılar, eski videolar, o şarkıyı ne delice söylediğimiz, o güzel Harbiye, Rumeli Hisarı konserleri derken, şimdinin kekremsi tadı buruyor ağzımı. Ne anlattım bilmiyorum, içimden geldi söyledim işte. Her zamanki gibi. #içimdengeldiyazdım
Temmuz 9, 2023 İstanbul – Uşak yolu -
Elbette
Az önce Candan Erçetin ‘ in Avrupa’da Metropole Orkestrası ile verdiği konseri kısacık dinledim. Yeni bir şeyler yazmaya, bu sefer bu güzel konser videosu vesile oldu. Dedim ki kendime;- Herkesin ruhunun ,duyduğu güzel bir tını ile peşinden gitmeye hasret kaldığı yerler ve zamanlar var, olmalı!Bu video, kısacık da olsa hasret kaldığım yer ve zamana sürükledi, hızlıca yerime geri gönderdi. Bu tatlı müzikle birlikte, omzumun üzerinden esip geçen İstanbul havası, rüzgarın özlemişiz dedirttiği o yaz akşamındaki üşüme hissi, parfüm kokuları, deniz kokusu, birbirinin içine geçmiş iyi insan enerjileri, oturduğun koltuğun rahatsızlığı ama boş vermişliği… Sanki tüm bunları ve fazlasını bir zaman kapsülüne koyup önüme getirdim. Dedim ya, insan kendini iyi hissettiren şeylerin peşinden gitmeli, belki benim gibi yine şifayı kapmış bir halde battaniyenin altından, belki ofisteki masadan, belki makine başındayken, belki de ne işim var dediğiniz fotoğraf karesinin içinden, gülümsemeye çalışırken. Bu aralar, iyi gelen ne vardıysa, unutmuşum. Aramayı da, çağırmayı da…Eylül ‘ den beri, bir türlü toparlanamadım. Düşük kan değerleri, tansiyon, iki kulağım arasındaki sis bulutu ve dönme derken, biri arkamdan beni dürtüyor ve arkadan çekişli bir şekilde günlük koşturmayı tamamlamaya çalışıyorum. Gelip geçici şeyler olsun, hep söylediğim gibi.Bir sürü yazı karaladım. Hep yarım. Kızıyorum kendime. Maymun iştahlı diyorum. Bitmiyor elimde bir şey. Böyle yarım yarım her şeyim. İş yarım, ev yarım, çocuklar da yarım, ben zaten yarım…Böyle böyle düşünürken, insan sadece bir an mutlu olup, onun sıcaklığıyla gününü kurtarır mı ki, dedim. Mesela, içini acıtsa bile, çağırmak lazım iyi olanları. Geçmişimiz varsa, yarın için de olmak için bir sebebimiz var. Ben bugün güzel anıları çağırdım bu şarkılarla. Sonra da bugünkü enerjimi onlardan aldım. Belki kiminiz diyordur, yattığı yerden kendine bir şeyler bulmuş, kolay tâbi diye. Bu yazıyı bile çok zor yazdım. Kerem durmadan bağırıyor şu an, bahçedeki ışıkların kumandasını bozdu. Bahçemizde sanki bir disko topu var şu an ve kapatamıyorum. Kerem mutfakta 80.turunu koşarak tamamlıyor, Mert’e yeni gelen futbol topunun içine “töreni” diye tabir ettiği tornavidayı çevirmek suretiyle içine soktu. Mert ile birbirlerine girdiler. Bir de ergenlik var. Sanki Moipark’ ta korku tüneline girmişiz, ne zaman çıkarız Allah bilir diye bekliyoruz. Her şeyin ne harika olduğu, ne de çok kötü olduğu bir günden şükürle yazıyorum. Ben çağırdım o anları bugüne şükürle. Sonra devam ettim önümde yaşanacaklara. Bilmiyorum ki yarın ne getirecek, herkes gibi. Bugün kendime bu yolu buldum, yarına Allah Kerim 🙏
-
Teyzem
Teyzem…O da teyzesine bir şiir yazmış ve sonrasında o defteri kaybetmişti. O günlerde blog veya sosyal medya olsaydı, belki hepsini birer birer okuyor olurduk. O güzel şiirlerden aklımda kalan “Teyzem” ve “Megaloman” şiirleriydi.
Küçük bir kız çocuğuydum. Anneannemin evinde bir vesikalık fotoğraf bulmuştum. Fotoğrafı elimde tutup anneme sorduğumu hatırlıyorum;
-Anne, bana bu önlüğü ne zaman giydirdiniz?
Küçükken çok benzerdim teyzemin o fotoğrafına.
Mor eteği, kırmızı ceketi, koca halka küpeleri, upuzun güzel saçları, ailede “süslü” lakabıyla teyzem, çocukken benim hissedemediğim bir hayat mücadelesi ile beraber biraz pembe bakar, çokça hayal ederdi. Bugün teyzemi gördüm. Kırmızı elbisesi, kısacık sarı saçları ve mini mini halleriyle yine yüzü gülüyordu, ne güzel… Asansör beklerken;-Anneannemden bayrağı sen aldın dedik. En çok hatır soran, tüm eş ve dost ile iletişimi halen koruyan, üşenmeyip giden, diğerlerine haber eden, kendinden vazgeçmeyen,biraz pembe bakabilen, hâlâ hayal kurabilen teyzem.
Hiçbir şeyin eski tadıyla yenmediği günlerdeyiz. Günler geçiyor ama doyurmaya yetmiyor bizi. Kimi insanlar geçiyor hayatımızdan ama sası, zamanında toprağın suyunu yeteri kadar alamamış, tam zamanında soğuktan çiçekleri donmuş, meyve verecekken meyvesini kuşlar yemiş insanlar. Nereden baksan bir tarafıyla eksik kalmış. . Sohbeti tatsız, hayalleri donuk. Ne güzel dedim, o insanlardan değil Teyzem. Hâlen değil. İyi geldi teyzemi yeniden görmek. Teyzemin tedaviden sonra, kemoterapi ve radyoterapi almadığı, sağlığına kavuştuğu ilk doğum günü. Sanki o anlattığı hayalleri gerçek olmuş gibi kırışık konmamış yüzünde. Ben böyle yazarak anlatıyorum. Bu da benim kusurum bir anlamda. Jetonlarım köşeli, sonradan sonradan idrak ediyor, daha doğrusu önce o duyguyu anlıyor ve sonra hissediyorum. Nice yaşların olsun teyze. Bu yazdıklarım hem kalbimizde hem de burada kalsın.Senin şiirlerin gibi olmasın, hiç kaybolmasın. İçimden geldi yazdım. Haziran 24, 2023 -
Kendimi temize çekiyorum
Kendimi temize çekiyorum. Böyle bir hissi yaşamak için, sanki kendimle, içimde affedemediklerimle vedalaşıyorum. Azot çevrimi gibi takılıp kalmışım aynı döngüde. Midem dolu ama ruhum beslenmemiş. Kanım sanki coşkuyla akmıyor. Temize çekiyorum kendimi işte. Affetmeye çalışıyorum. Affedemediklerime mesafe koyarak, daha az konuşurak, olmasa da kabul etmeye çalışarak.
O döngüden çıkıp, bu sefer daha da eskiye gidip, beni eskilerden bilip, tüm amasız fakatsız hallerimle, kilometrelerce yürüdüğümüz, bir şarkıyı bağıra çağıra söylediğimiz, aynı odada haftanın 6 günü mesai yaptığımız, tüm abuk hallerimizle yaşadığımız dostlukları öyle özlemişim ki. Bugün aynı tüm bunları yaptığımız arkadaşım Esra’ yı aradım. Esra, Zuhal ve ben. Üçümüz karnımızda birer bebek taşıyorken, hatta Esra ile daha da evvel deli dolu kızlarken, bir şarkıyı kasedi koyup çevire çevire aynı odada akşamı ederken ne zamanlar geçirmişiz. Sonrasında anlamsız bir kopuş…Bu kadar yıl hangi ara geçmiş…
Ve sonra Zuhal geldi buraya bir vesile ile. Eski arkadaşlar iyilikleri ile geliyorlar yanımıza. Sanki benim için kalbinin bir köşesine bu Türkan için diyip, iyi dileklerini orada korumuş ve uzak yıllardan, yollardan getirmiş. Zuhal bana dedi ki,Türkan, hazır Esra. O da seninle görüşmek istiyor.
Gidince İstanbul ‘ a arayacaktım. Olmadı. Aradım bugün. Sanki her şey 11 yıl öncesinde kalmış. Ben konuşmak istemiyorum ne olmuş diye dedi. Konuşmadık. Temize çekiyorum kendimi. Kendime o kadar yalın geldim ki bu ara. İçim ayna gibi. Bakınca görüyorlar beni diye utanıyorum. Öyle huzur geldi ki bana, eskilerde bir kırık acaba bırakmadım kendime. Yine böyle bir akşam vakti, içimden geldi yazdım. İyi ki yazdım. Hep yazayım. -
Şükür
Birlikte büyüdüğüm, beni büyüten insanlar var. Herkesten birşeyler öğrendim. Bazılarını bilinçli uyguladım hayatımda, bazılarını çok içselleştirdiğim için uyguladığımı fark etmem bu yılları buldu. Keşfe devam ediyorum ben de herkes gibi. Bazen öyle iştahla yazmak, yeni bir şeyler öğrenmenin hazzında kaybolmak istiyorum ki, bu yoğun hayat bana şiir, şarkı gibi bunu da unutturuyor. Aslında başka bir şeyler yazacaktım, ancak klavyem hızlı davranıp bazen başka limanlara gönderiyor beni. Öylesine, kim ne der diye düşünmeden yazmak isteği nedeniyle, yazdığım pek yanlış yönlere çekilebiliyor. Acaba niye yazmış,galiba çok dertli, çok mutsuz diye konuşanı da oluyor, beni arayan has arkadaşlarım da oluyor. İfade etmeyi seviyorum. İnstamom gibi , falanca arkadaşım iyi ki varsın, kocacım ömrüm gibi paylaşımlar yapamıyorum. Yaşamak bu değil, Bir günü zaten yoğun yaşayıp,bunu sosyal medya hesaplarında heba etmek istemiyorum. Âna tutunmaya çalışıyorum. Facebook ve Twitter hesabım yok. Instagram’da çok aktif değilim. Paylaşacak şu an bir blog hesabım da yok, o yüzden buraya yazıyorum. Gayet mutlu, huzurlu, şükür doluyum. Eşim, çocuklarımız ve tüm sevdiklerim huzurla nefes alıp verdikçe ben de mutluyum. Bahçemdeki aydınlatmanın verdiği ışık, soğuk havayı da benim içimi de ısıtıyor. Herkes gibi zorluklar var, ama ben falancanın yaşadığı zorluktan beslenip, altında bir şeyler aramıyorum. Hiç de umurumda değil. Meraklı herkese tavsiye ederim . Birlikte büyüdüğümüz insanlardan besleniriz dedim ya, teyzem mesela. Çok güzel şiirler yazardı. Hatta bir şiiri vardı. Adı da Megaloman. Şöyle diyordu. Altı parmaklı bir çocuk doğursam da, o benim bebeğim, o benim emeğim. Yani ben, falanca tarihte bir duygu paylaşımı yaptıysam, o benim dilimden akan, benim duygum. Merak uyandıracak bir konu hiç değil. Herşey yolunda, sonsuz şükür ve minnetle…
-
Kimine bin yılda gelir umut, kiminde hep var
İnsan büyüdükçe ya da yaşlandıkça diyeyim, çocuk tarafına daha çok yaslanıyor. İçimdeki dengeyi bulabilmem için, bir şeyler ile hizalandığımı hissedebilmem için belki, türlü sebepler ile, burada bir çırpıda söylenebilecek onlarca haklı gerekçe ile. Yaşadığımız yüzyıl belki de çocuk tarafımızı bir umut gibi cebimizde tutmayı gerektiriyor. Sabah kalkınca, Kerem’in uyuyor olmasını fırsat bilip elimdeki küçük budama makası ile gözünün içine baktığım manolya ağacımın etrafındaki çimleri kestim. Olduğu kadar işte deyip, dibine diktiğim lale soğanlarını artık daha rahat görebileceğimi düşündüm. Fazladan verebileceği genç bir yeşil yaprak ile beni mutlu edeceğini bildiğim manolyama tekrar baktım. Hatta, gerçekten bu sene olmayacağını bilsem de, belki tek bir beyaz çiçeğini görür ve koklarım dedim. Bunu çok da beklemiyorken üstelik. İnsanın çocuk tarafı cebindeki umudu gerçekten. Tüm kartlar tükendiğinde , ortaya işe yarar mı umuduyla atılabilecek son yegane kırıntı belki de. Bugün manolyamın etrafındaki çimleri seyrelttikten sonra, tam da bu duyguyla baktım camdan dışarı. Hâlbuki geçen hafta da, bu haftaki gibi, “ya uzun uzun yürümeli ya da çiçek dikmeliyim” diyerek yatmış, geçen hafta ikisini de yapamamıştım. Varmış bir bildiğim. İyi gelir insana, umudunu cebinde tutmak. Hâl böyleyken, yaşananların öznesi değilken, sadece şahit olmuşken dahi ya da çaresizce çocuklara artık şarkılardaki gibi bir dünya bırakamayacağımızı biliyorken, düşünüyor ve durumu ne yapalım diyerek kabul edip, bir yol tutturup yaşıyorken de, her şekilde, her fırsatta. Kimine bin yılda bir gelir bu umut, kiminde hep var. Bugün de böyle. #içimdengeldiyazdım #kendimenotlar
Nisan 9, 2023 -
Gayduru Gudduk
Her kurum neredeyse arşivlerini açtı. Gazeteler, devlet tiyatroları, televizyonlar vs. İnsanlar evde vakit geçirebilsin diye bazı uygulamalar ücretsiz olarak çoğumuzun kolaylıkla erişebildiği mecralar olarak ayağımıza geldi. Dün kesme tahtasında bir şey doğrarken, aklıma Mehmet bakkal geldi🙄Sonra araba sesi duydum. Babamın akşam 8′ de eve gelip park ettiği arabasının el freni sesini hatırladım.Görmesem bile, el frenini çekişinden , babamın geldiğini anlardım. Sonra, yahu bana ne oluyor bu aralar dedim. Hani olağanüstü günler geçiriyoruz kabul de, bu arşivi karıştırma işi nereden çıktı? Sürekli eskiden bir fotoğraf, bir koku, bir an aklıma gelip, o anımı ele geçiriyor. Kendi kendime şöyle yorumladım. Gelecek kaygısı, varolma güdüsü bana geçmişi sorgulatıyor, hatırlatıyor. Geleceği hiç bir zaman bilemeyiz de, bu sefer endişe var. Kiminde az, kiminde çok. Oradan, buradan, türlü türlü konulardan yazasım var. İlk, ortaokulda yazmaya çalışmıştım. Yazı büyükbabam hakkındaydı. Sinirli bir Türkçe öğretmenimiz vardı. Yeni Türkçe’ ye düşkün biriydi. Yazıda da “tahsil” sözcüğünü kullandığım için yazımı eleştirmiş ve yetersiz bulduğunu, bu kelimelerin benim yaşıma yakışmadığını söylemişti. Daha güzel yazı yazan bir sınıf arkadaşım vardı. Onun yazısını çok yüceltmiş, beni hayal kırıklığına uğratmıştı. İnsan hafızası ne garip,nereden hatırlatıyor bana bunları. Sonra, lisede, kalplerimizin halen bir olduğunu bildiğim 4 kız olarak, kendimize, nevi şahsına münhasır bir grup adı bulmuş ve kendi içimizdeki bu birliğe yürekten inanmıştık. “Gayduru Gudduk”. Bizim yaşımızdaki kızlar, kendi dönemlerine göre olağan sayılabilecek hareketler sergilerken, biz platonik zevzeklikler peşinde, ota çöpe şiir, şarkı, düz metinler, methiyeler, yergiler, güzellemeler yazmak ile meşguldük. Yüzlerce eser bıraktık diyebilirim. Yazdığımız herşeyi, ama herşeyi ABUK olarak nitelendiriyorduk. Dışarıdan, çok kendi halinde görünen biz, bir araya gelince, herkes ve herşey hakkında şifreli, kafiyeli yazılar yazıyor, edebiyat akımları gibi, kendi çöplüğümüzün akımını buluyorduk. Sadece bizim anlayabildiğimiz, doğal olarak bizim çok gülebildigimiz günlerdi. Kimimize göre, halet-i ruhiyemiz çok sağlıklı değildi, ki bu da bir ihtimal. Bu yaz İstanbul’ daki evi taşırken, arşivden bulduklarıma halen gülerken, kızlarla da paylaştım. Hepimiz, yine aynı şekilde güldük. Geçmiş günlerin arşivleri, bizi üzebilir, güldürebilir, düşündüren olur, ağlata da bilir. Zira, bu günlerde, umudumuzu korumaya çalışmaktan ve çokça şükretmekten başka yapacak bir şeyim olmadığını biliyorum. Aklımı yerinde tutmaya gayret ediyorum. Haberler beni ürkütüyor. Düşüncelerim olumsuz olanları geriye ket vurarak, bana arşivleri hatırlatıyor diye düşünüyorum.
-
Yine Orhan Veli hatırlattı
Ezbere bildiğim şiirlerin sahibi Orhan Veli’ nin doğumgünü bugün. Bugün de twitter hatırlattı. Elimden düşürmediğim, beyaz kapaklı, yeşil beyaz bir kitaptı. Bir kediye, bir kadına, en güzel şehre, sefalete, garipliğe şiirler yazan Orhan Veli. En sevdiğim şairlerdendi. Bazen kısacık,üç satır, kiminin aklına mıhlanan şiirlerin sahibi. En çok İstanbul’ a ve çaresizliğine yazdığı şiirleri aklımda. Her sayfasını ezberlemiş, aklımda tutmuştum kitabının. Kitabı da, taşınmalarla birlikte, bir koli şiir kitabı ile birlikte kaybetmiştim. Ezberlediklerim de yarım yamalak aklımda. Bu dünyaya, kendimizden bir eser bırakabilmek, anılabilmek ne kadar güzel. Bir arkadaşım var. Kendisi kitap yazacağım demişti. Sonra, zaman geçti ve Selma kitabını çıkardı. Hatta büyük bir AVM’ deki, yine zincir bir mağazadan son kitabı, ben aldım. Aynı gün okuyup kendisini aradım. Bana şöyle bir şey demişti. “Bu dünyada, benden bir şey bırakmak istedim.” Onun kurduğu bu cümle beni çok etkiledi. Sadece, ünlüler, göz önünde olanlar, makam, mevki sahipleri, bilim insanları, büyük icatların mucitleri mi iz bırakır? Bence tam olarak böyle değil. İlber Ortaylı, kitabında, döşemeci Hüsnü Diker’ den bahsetmiş. Hatta, bulduğu yöntemle Hüsnü Usta dikişi tabiri de, döşemecilerin lügatı arasına girmeyi başarmış. Bugün, yapılan pek çok döşeme işinde oldukça fayda sağlayan ve adını silinmez bir şekilde yazdırdığı bir buluş belki de. Herkes bir iz bırakmalı, şair de olabiliriz, iyi bir usta, iyi bir işveren, iyi bir yatırımcı da. Birilerinin aşına, işine, ekmeğine dokunmak da ruhuna dokunmak da buna dahil. Velhasıl, Orhan Veli’ nin yazdığı şiirlerle dokunduğu milyon kişiden, belki biriyim. (Bu yazıyı, yine diğer yazılar gibi, türlü hengame içinde yazabildim. 11 yaşında ilk gençlik yıllarına koşarak gitmek isteyen bir ön ergen çığlıkları ve gururlu 6.5 yaş ile huysuz 1 yaş eşliğinde zor şartlar altında ☺️ Tek canları sağolsun…) Bu da aç parantez, kapa parantez gibi bir şey oldu🙄) Not: Fotoğrafa bakıp umut doldum. Bugün sabah, odamın penceresinden çektim. Corona günlüklerinde açan bir meyve çiçeği olarak, gözümde ve gönlümdeki yerini aldı.