Çocuklar
-
Köklerim
İnsan, kökü olduğunu, yaşadığı sürece aslında biliyor. Ancak, idrak noktası diyebileceğimiz yaşlarda fark ediyor. Göre göre büyüyorsun. İçine işliyor, iyi veya kötü, normal olan veya aslında normal olmayıp birilerinin normali olan,ne var ne yoksa işte. Doğduğumuz günden, hayatın karşısında iki ayak üzerinde kuvvetle basabilecek yaşa gelene kadar, bir anlamda donanıyor, hem geçmiş mirasımız, hem de önümüze kattıklarımız ile belli bir yaşa geliyoruz. Bu sabah bahçede iki kişi vardı, ağaçları budamak için gelmişler. Ocakta çay kaynıyordu. Biraz konuştuktan sonra çayı ikram ettim. Çayı doldururken eşime;
- “Rahmetli anneannemden böyle gördüm” dedim. Hele o evin inşaatı yapılırken, ne kadar zorlanmış, dedem hasta, işçilere kaç öğün yemek hazırlamış, “Hep dua ettiler bana” derdi anneannem. Eşim de;
- “Biraz da işi iyi yapsınlar ” diye verilir dedi.
- Öyle değil, dedim. Böyle gördüğümüz için böyle yapıyorum. Ben, bu düşünce ile kimseye bir şey ikram etmem. Komşumun evini tadilata geldiler, kaç gün çay, meyve, su, bisküvi taşıdım dedim.
Ne farklı değil mi? İşte böyle böyle bir çay bile , kökümüzden ne kadar suyu gövdemize, yapraklarımıza almışız, ne kadarını toprağa vermişiz, anlatıyor. Şimdilerde, benim köklerim çok kıymetli geliyor bana. Daha erken gençlik dönemlerimde, tepeden bakardım. Birinin saygın olmasını belirleyen kriterlerim vardı belki de. Mesleği, dışı, konuşması derken, insanın özünü atıp geçmişiz. Daha gençken, kıymetini bilemediğim çok şey için ince bir keder duyuyorum. Konuyu bir yere getirmek için yazdım.
Dışarıdan on numara beş yıldız gibi görünen hayatımda, oğullarımı büyütürken çok zorlandım, halen yolun çeyreğinde bile değilim ve çok zorlanıyorum.(her şey için sonsuz şükür ettiğimi söylememe gerek yok. Büyük oğlum, bize tepeden tepeden bakıyor, kökünü, nereden olduğunu unutuyor bence. Benim, zamanında görmemişim, kıymetini bilmemişim dediğim şeyleri, o aşağılıyor. Ona göre sadece, kendi doğruları var.
-‘Bizimkiler tutucu, geleneksel.” Bunlar onun lafları ki; kendimi hiç bir zaman böyle tanımlamadım. Lütfen bu yazıyı okuyup, geçecek yazmayın. Biliyorum ben de, eğer nasibimizde görmek varsa, geçecek ve göreceğiz. Ancak, keşke bilebilse oğlum, biraz anlayabilse diye, tek doğru olmadığını, herkesin farklı olabileceğini ve farklı insanların aynı sofrada buluşup, bunu, onları bağlayan tüm ortak değerleri için yapabildiğini. Benden daha iyi bildiği ve yapabildiği onlarca şey olduğunu biliyorum. Ancak biliyorum, insan kökünden su almaya devam etmeli, yaşamanın enerjisi gibi, içinde yaşayan bazı şeyleri kesip atmak olmaz. Arada bildiğim kadarıyla eskilerden bir şeyler anlatıyorum. Babama, sofradayken bir defa, anlatsana baba dedim. Nasıl geldin tuz kamyonunun tepesinde İstanbul ‘ a? Yazın derilerin yana yana, nasıl ekmeksiz kaldın, nasıl soğuktu o yurtlar, nasıl hayal kurmuştun o 4 kişilik aileyi balkonda oturur, sohbet eder bir şekilde gördüğünde? Alp de vardı. Anladı mı bilmem. Ben daha yeni biliyor, anlıyorum. Benim babam tamirci derdim ben mesela, önceden çekinirdim , tamirci derken. Şimdi, böyle protokol falan oluyor. Gururla söylüyorum.
“Benim babam tamirci. ” Kazandığının her kuruşunu hak etmiş, ülkenin en iyi motor ustası. Bir tanesi daha yok. Yağlı tulumunu çıkarıp, en iyi markaların takımlarını giyip, en güzel otellerde konaklayabilen, hayata bakışı çoğu zaman bize sert gelse de, zamanla, “ne doğruymuş o zamanlar” dediğim. Hataları, sevaplarıyla babam. Bazen kızdığım, çoğu zaman büyük minnet ve hayranlık duyduğum. Keşke oğlum da bilse, insanın kökü taa derinde, gücünü ondan alıp, ileri atılmak için bir kuvvet, en büyük dayanak. Oğullarım ile çok konuşuyorum ben, hem de çok. Anlatamıyorum, yanlış yerden dalıyor olabilirim. Ama bitmeyecek bu çabam, yaşadığım sürece, bildiğimi, gördüğümü, kendi çapım neyse artık, elimden geldiğince. Bir gün onlar da bilecek, hissedecek. Yaa evet, annem derdi diye… #içimdengeldiyazdım#kendimenotlar Aralık 30, 2023 Uşak
-
3 çocuklu hayata hoş geldim
3 çocuklu hayatın tam ortasından bildiriyorum. Öncelikle ne zaman sabah oluyor, ne zaman gece anlamıyorum. Kerem 4 gün sonra 3 aylık oluyor bile. Sanki 100 metre koşusundayım, ya da çocukken oynadığımız commodore 64 oyunlarındaki gibi hedefe ulaşmak için, engelleri bir bir aşmalı ve yıldızları toplamalıyım gibi hissediyorum. Alp, tam bir ön ergen. Ne zaman düzgün bir konuşma geçecek, hadi bakalım derken sonunu toparlayamadığım bir çıkmaza giriyoruz. Bazen sabır, bazen öfke patlaması derken, gençlik dönemlerine düşe kalka, yara bere içinde ilerliyoruz. Daha iyisi olsun diye, tüm doğruluğuyla, güzel anılar biriktirelim hadi diyorum. Tamam annecim lafı yine uzayda boş bir seda oluyor. Önce sağlık, huzur ve mutluluk diyor bazen kendimi susturuyorum. Mert ise, yani benim mintoş 2 numaramın içinden başka bir çocuk çıktı. Tam, Kerem, beyaz gürültü denilen o uğultuyla uyudu derken, Mert köşeden kardeşimmm nidalarıyla çıkıyor ya da Kerem’ in yüzüne doğru sokulup öksürmeye başlıyor. Akşamları ise en civcivli zamanımız. Kerem, kolik bir bebek. Akşamları uyuyana kadar maaile, acaba aç mı, acaba masaj mı yapsak, acaba sıcaktan mı bunaldı varsayımlarıyla her tür yöntemi deniyoruz. Sonunda destek kuvvetlerle, diğer çocukların da fiziksel, duygusal, oyun, gezme, eğlence, sosyalleşme ihtiyaçlarını karşılamaya çalışarak çığlık sesleri içinde gece oluyor ve gece mesaim başlıyor. Yeni bir güne doğru…#3erkekçocuk#3çocukluhayat
-
Yine Orhan Veli hatırlattı
Ezbere bildiğim şiirlerin sahibi Orhan Veli’ nin doğumgünü bugün. Bugün de twitter hatırlattı. Elimden düşürmediğim, beyaz kapaklı, yeşil beyaz bir kitaptı. Bir kediye, bir kadına, en güzel şehre, sefalete, garipliğe şiirler yazan Orhan Veli. En sevdiğim şairlerdendi. Bazen kısacık,üç satır, kiminin aklına mıhlanan şiirlerin sahibi. En çok İstanbul’ a ve çaresizliğine yazdığı şiirleri aklımda. Her sayfasını ezberlemiş, aklımda tutmuştum kitabının. Kitabı da, taşınmalarla birlikte, bir koli şiir kitabı ile birlikte kaybetmiştim. Ezberlediklerim de yarım yamalak aklımda. Bu dünyaya, kendimizden bir eser bırakabilmek, anılabilmek ne kadar güzel. Bir arkadaşım var. Kendisi kitap yazacağım demişti. Sonra, zaman geçti ve Selma kitabını çıkardı. Hatta büyük bir AVM’ deki, yine zincir bir mağazadan son kitabı, ben aldım. Aynı gün okuyup kendisini aradım. Bana şöyle bir şey demişti. “Bu dünyada, benden bir şey bırakmak istedim.” Onun kurduğu bu cümle beni çok etkiledi. Sadece, ünlüler, göz önünde olanlar, makam, mevki sahipleri, bilim insanları, büyük icatların mucitleri mi iz bırakır? Bence tam olarak böyle değil. İlber Ortaylı, kitabında, döşemeci Hüsnü Diker’ den bahsetmiş. Hatta, bulduğu yöntemle Hüsnü Usta dikişi tabiri de, döşemecilerin lügatı arasına girmeyi başarmış. Bugün, yapılan pek çok döşeme işinde oldukça fayda sağlayan ve adını silinmez bir şekilde yazdırdığı bir buluş belki de. Herkes bir iz bırakmalı, şair de olabiliriz, iyi bir usta, iyi bir işveren, iyi bir yatırımcı da. Birilerinin aşına, işine, ekmeğine dokunmak da ruhuna dokunmak da buna dahil. Velhasıl, Orhan Veli’ nin yazdığı şiirlerle dokunduğu milyon kişiden, belki biriyim. (Bu yazıyı, yine diğer yazılar gibi, türlü hengame içinde yazabildim. 11 yaşında ilk gençlik yıllarına koşarak gitmek isteyen bir ön ergen çığlıkları ve gururlu 6.5 yaş ile huysuz 1 yaş eşliğinde zor şartlar altında ☺️ Tek canları sağolsun…) Bu da aç parantez, kapa parantez gibi bir şey oldu🙄) Not: Fotoğrafa bakıp umut doldum. Bugün sabah, odamın penceresinden çektim. Corona günlüklerinde açan bir meyve çiçeği olarak, gözümde ve gönlümdeki yerini aldı.
-
Mutlu yıllar Kerem’ im
Annelik benim için, mutluluk, endişe, kaygı gibi iç içe geçmiş duygularımla, sürekli sorma ve kendimi sorgulama durumu. Yeryüzünde, her anne evladına, kendi şartlarında annelik yapmaya çalışıyor. Kimi çocuğa, sadece bu yüzden şanslı diyor, kimine yazık diyip vahlandığımız oluyor. Kimi anne, çocuğuna bakabilmek için çalışamıyor, kimi, evladını yaz kış demeden pazar tahtalarının arasında büyütüyor, kimi anne, girişimci oluyor; kendi işyerinde bir oda yapıp, her gün çocuğunu yanında taşıyor. Kimi gündüz ayrı, gece ayrı bakıcı buluyor, yine de yorgunluktan dert yanıyor. Bunun gibi yüzlerce örnek sayılabilir. Kimin daha iyi anne olduğunu kimse bilemez, sorgulamak da dışarıdan bakan gözün haddi değil. Her çocuk için kendi annesi en iyisidir. Bir dönem vardır ki, bu hepimizin hayatında elbet yaşanmıştır. Başkasının annesi daha güzeldir, daha ilgilidir, daha dahadır işte. Bizim annemiz eksiktir, ama başkasının annesi kusursuzdur. Bu dönemin kısa bir dönem sürmesi de isabetlidir. Çünkü anne, yaş aldıkça daha çok özlenendir. Ben geçen yıl, bu günlerde üçüncü defa anne oldum. Öncelerden, mesela ortaokul ve lisenin ilk yıllarında, var olup giden düzene kafa tutar, insanların tutum ve davranışlarının değiştirilmesi gerektiğini düşünürdüm. Herşey kolaydı, hem ne vardı, öyle yapılmasa, böyle yapılsaydı. Zaman geçtikçe, öyle olmadığını anladım. Bunu anladıktan sonra, ben asla öyle olmam, böyle yapmam dediğim her şeyi de yaptım. Üniversitede Düş Sokağı Sakinleri dinleyip, lisede iki varoluşçu yazarın söyledikleri kafana yatınca ya da dünyanın karşısında eğilmez gibi düşüncen ve temsili figürünle matrix filmindeki gibi durduğunu sanınca, birşeyleri değiştiremiyormuşsun. Anne olunca, her nerede olursan ol, aynı duygular seni başka bir insan yapıyormuş. Yapmam dediğin çoğu şeyi normal alıp, kendin başka bir insana evriliyormuşsun. Kendi kapasiteme göre zorlu bir yıl geçirdim. Muhteşem ve zor bir yıl. Başkaları belki daha iyi karşılayabilirdi. Ben zorlandım. Hep omuzlarımda bir ağırlık hissettim. Çok içselleştirdim herşeyi. Nadir zamanlarda oluruna bıraktım. Oğlum Kerem 1 yaşına giriyor. Bana göre, annelik yaparken biraz çuvalladım. Üçünün de gözünün içine baktım. Gözlerinin karasına bir ömrümü veririm, üçünün de. Biraz birinin, biraz diğerinin gönlünü yapmaya çalışırken hep birşeyler yarım kaldı. Bunları eleştirmek, yargılamak için yazmıyorum. Elimden gelenin en iyisini yaptım, yapmaya gayret ediyorum. Yanımda olan, olmayan, destek olan, olmayan herkes, iyi ki var. Herkesten birşeyler öğrendim. Alp için, ilk doğum gününde bir mektup yazmıştım. Mert’ e yazamadım.Kerem ilk yaşına girerken, onun şahsına da bir mektup yazabilecek miyim bilmiyorum. Fırsat bulup yazmayı kendimden diliyorum ☺️ Mutlu ve sağlıklı yılların olsun 3 numaram, kara kuzum👶🧿
-
Ben bugün oğlumu gördüm
Yüzyıllarca yaşayacakmış gibi uzun uzun üzüldüğüm zamanlar oluyor. Bazen öyle evhamlı, öyle bıkkın oluyorum ki. Bazı dönüm noktalarımız var hepimizin, keşke ardını görebilsem dediğimiz sahneler. Bir film vardı, sonra benzerleri de çekildi. Filmin adı “Sliding Doors”. Gywneth Paltrow oynuyordu. O metroya binseydi ne olurdu, binmeseydi ne olurdu diye gelişen olaylardı. Filmin ne girizgahını, ne sonucunu hatırlıyorum. Film bende sadece bir etki bırakmıştı. Kendim de, böyle düşünürüm bazen. Matematik yaparım ablamın dediği gibi, bir avucumda artılar, bir avucumda eksiler.(işletme, iktisat okuyanlar bilir, pros & cons). İşlemin sonucu beni kalben ve mantıken mutlu edecek mi diye tartarım. Beni mutlu etmeyen dönüm noktalarında yanlış toplamalar, çıkarmalar yaptım. Ama sonrasında şunu fark ettim. Bunların hepsi hayra çıktı. Hayır sandığımda şer, şer sandığımda hayır varmış meğer. Bu aralar, malum süreç, sürekli bir hesaplaşma hali, olanların yerine böyle olsaymış dediklerim ve en önemlisi de günlük çıkmazlar ile kendimi bunaltmayı başardım. Bedenen o kadar yoruldum ki, uykusuzluk canıma tak etti. Çocuklar, 13 Mart’ dan bu yana eski düzenlerinden ayrılar. Önce başlarda yaşanan korku, süreci kabullenmeye başlamaya doğru gidiyor. Biz de bir hale, yola girdik, gireceğiz gibi duruyor. Bugün yine çocukların çığlıkları, Alp’ in Mert’ e gücünün yetmesi, onu durmadan ağlatması, Kerem’ in sürekli içinden gelen ağlama isteği, geceleri ayakta gezmem derken, çok insani bir hisle bunaldım. Birkaç gündür zaten darlanmıştım. Sonra Alp’ i gözlemledim. Günlerdir beni bunaltan çocuk, ışık gibi parladı gözümün önünde. 2 gündür bizimle kendi isteğiyle sahur yapıp orucunu tutuyor. Kerem’ i oyalıyor, masayı benimle hazırlıyor. Havuçları soyup, bardağın içine güzelce yerleştiriyor. Sonra en çok hoşuma gideni, bir genç gibi evin içinde kendi keyif alanını yaratmış olması. İftardan sonra, büyük cam kupaya çayını koyup, kitabını okuması, Tommiks sevmesi, kapılara saçma sapan yazılar asması ve nicesi. Bugün, bu yorgunluğuma karşılık Allah bana çocuğunun büyüdüğünü gör dedi sanki. Birden önümde abartılı, ışıklı kocaman bir fener gibi çaktı. Sonra şükrettim sonsuz🙏
Gündelik, çözülemeyen sıkıntılardan bahsediyorum. İnsan göremiyor bazen karşısındaki ışığı. Allah,’ ım, her ana babaya, evlatlarının sağlıkla büyüdüğünü görmeyi nasip etsin. Bugün, ben oğlumu gördüm. Meğerse, ben onu gerçekte, çoğu zaman görmüyormuşum. -
Biraz Umut
İşin ilmine ermiş gibi yazamam, ahkam keser gibi konuşmayı deseniz, konuşamam. Belki anlık, kendi içimde yoğun bir şekilde hisseder ve duygu geçişini ancak kendime hissettirebilirim. O yüzden, ne yaptığım karalamalarda, ne de burada, öğrendim ki diye başlayan süslü cümleler kuramam. Sadece der, paylaşırım belki. Başlarda, yeni bir ruh halinden ötekine geçeceğimi, kısıtlamalara rağmen günlerin sular gibi geçeceğini tahmin edemezdim. Özlemeye nasıl dayanacağımı da mesela hiç düşünmemiştim. Her şey normale döner ve yaz yine başlardı. Ama eskiye dönmek zor gibi. Dün sahurdan sonra, babam geldi aklıma. Biz buradan gidince, çocukları sırayla koklar, kokularını içine çeker, sonra da anneme seslenir, ” Esiiin, ohh, tamam, bitti benim işim, bitti özlem der”. Ona göre özlemek demek, torunlarının kokusunu ciğerlerine doldurmak. O kadar çok an varmış ki yaşanan, en kıymetlilerinden hem de. Babamın bize yaşattığı, bize sıradan gelen bu an gibi. Bugüne kadar anlamamış, görmemişim. Bir arkadaşım, evinin balkonundan, binalar arasından görünen denizin fotoğrafını paylaşmış. Ah dedim, deniz kokusu geldi burnuma. İstanbul’ da Mehmet ile gittiğimiz açıkhava konserlerinde, denizden vuran esinti, çoook eskiden gittiğimiz Rumeli Hisarı konserleri, yaz mevsiminin, müziğin ve birlikte olmanın mutluluğu. Sanki bu günler hiç geri gelmeyecek gibi. Tabi bir de komplo teorileri var. Bunlara inanmak dahi istemiyorum. Her şeyi fotoğraf kareleri ile aklımda tutan ben, dokunmadan, kokusunu duymadan, hissetmeden nasıl yeni bir düzende yaşayacağımızı hayal edemiyorum. Çocukların bu düzende ne kadar çocuk olabileceklerini düşünüyorum. Bazı günleri çok sıradan hissederken, bazı günler mutsuz, bazı günler enerjik oluyoruz. Tabi aynı ev içinde birbirimizi etkiliyoruz. Onların gözüyle görebilince, daha umutlu olmak için sebepler buluyorum kendime. Bazen durmak, birşey yapmadan beklemek istiyorum. Sadece şu mübarek ayda şükretmek, şükretmek, şükretmek… Kavuşmanın kıymetini bileceğimiz eski güzel günlere doğru umut etmek istiyorum.
-
Hep yaşamak istediğim zamanlar
Kuyunun orada atıl duran salıncağı 3.kata çıkarmak istedik. Alp evde kendi için bir kitap okuma ve kendiyle zaman geçirme köşesi istiyordu. Ablam ile salıncağı iki parçaya ayırıp çıkarmaya niyetlendik. Köşelerden döndürmek çok zor olacağından, babam salıncağa aşağıdan ip bağladı ve yine İsmet Usta becerisiyle, salıncağı 3.kata çekti. Alp’ in gözünde babam artık bir Hulk. Bize, dedem benim Hulk’ ım diyor. Çocuklar için büyüklerimiz o kadar kıymetli ki, bunu ancak büyüdüklerinde anlayacaklar. Benim için öyle oldu. Anneannemin, babaannemin evinde yediğim yemekleri, orada geçirdiğim zamanları, dedemin tencereyi çevirip sobanın üzerinde pişirdiği patatesi, anneannemin kıymalı gözlemesi, reyhanlı böreği, galdirik otu ve onlarcası, babaannemin her derde deva kara otu, tarhana çorbası, o evlerindeki huzur halen aklımda, kalbimde. Güçleri yetmeyecek, enerjileri bitecek sanmama rağmen, annemin, babamın torunlarıyla geçirdiği zamana şükrediyorum.🙏🙏
-
Uzaktan Eğitim!
Milli Eğitim Bakanımız’ ın paylaşımlarını okuyorum. Okurken içimde bir his beliriyor. Ucundan tutmasan kaçıp gidecek bir şeyleri öyle coşkuyla tutmaya çalışan içerikler ki, kendimi her yazısını okur halde buluyorum. Bu aralar gelgitli ruh halimi tanımlıyor gibi geliyor böyle yazılar. Tam bu Eylül ayında, her şey ucundan tutmazsak kaçıp gidecek gibi geliyor. Çocukların uzaktan eğitim şeklindeki, benim kontrol edemediğim çalışma modeli, ilkokul 1.sınıfa gidecek miniğimin bunları nasıl karşilayabileceği, sağlığımızın her zaman daim olup olmayacağı soruları, öylesine koyversem de yaşasam isteği, sonrasında bu ipin ucunu hep yakalama isteği. Şaşan düzenimiz, insanı olarak beklentilerimiz, yarım bıraktıklarımız derken öyle geçip giden günlerimizde duygular, beklentilerimiz, şükür ve pişmanlıklar zaman zaman iç içe geçiyor. Onlarca deneme yazısı yazıyorum bu ara, ama hepsi yarım kalıyor. Bir konuda düşünüyor ve onu yazıyorum. Mesela, adalet, hatır, çocuklar için harcanan emek ve zaman gibi aklıma ne gelirse not alıyorum. Bana nefes aldıran tek şey bu, şu dönemde. Farklı yaşlardaki 3 çocuğu idare etmekte çok zorlanıyorum bu aralar. Tek sağlık olsun yeter diyorum ama… İpin ucunu tutuyorum var gücümle, kaçmasın diye, sımsıkı…
-
Yetmez diyor Başak kadını
Dün bir kitaba başlıyordum. Önsözünde yazar, kitabı babasına ve annesine ithaf ettiğini söylemiş. Annesi için şu ifadeleri kullanmış. “Gençliğini ben ve kardeşlerim için harcayan sevgili anneme teşekkür ederim.” Gençliğini harcamak ve çocuklar için bunu yapmak. Harcamak ifadesi beni mutlu etse de, içimi burktu. Annesinin kendi ve kardeşleri için gençliğini harcadığını idrak edebilmek ve kıymet bilmek; üzücü olanı ise, annesinin gençliğini çocukları için harcamış olması. Bence kimse, seçerek ve isteyerek çocuklar için bütün ömrünü çocuklarının yoluna koymazdı. Ama… Evladının yüzünü görünce, zaten neyin var neyin yoksa onların yoluna koyuyorsun. Ayaklarına taş değmesin diye uğraşıyorsun. Herşey olması gerektiği gibi olsun diye türlü türlü işler içinde, evladını mutsuz da ediyorsun. Bu aralar, gece olunca hep bunu düşünüyorum. Ben ve 3 evladım. Sanki bitirilecek bir yapbozun parçalarını arıyor gibi, her rengi, her resmi birbiriyle uyum içinde olsun diye her yolu deniyorum. Güzelce konuşuyorum, olmuyor. Dayanamıyor, yeterli sabrı gösteremiyorum. İçimden coştukca coşan kaba bir insan çıkıp bağırıyor. Böyle çözeceğimi sanıp, tamam bu sefer diyorum. Ama bu yolla çözülemeyeceğini tekrar tekrar tecrübe ediyorum. Herkesin benzer durumlarda olduğunu düşünüyor, rahatlıyorum. Sonra içimdeki başak kadını, yetmez diyor. Daha fazlasını yapmalısın. Gücüm bitiyor, bir yerde yoruluyor ve koyvermek istiyorum. Ama ne mümkün…
Annem hep hatırımda. Ben artık annemin bizim için çocukluğunu, gençliğini harcadığını biliyorum. Annemi sırtımda taşırım. Herkesin annesi gibi benim annem de çok kıymetli. Ona verdiğimiz değeri biliyor artık annem. Bunu bizim hissedip biliyor olmamız da güzel. Çocuklarımız, farklı kuşaktan gelen, bizden çok farklı olan Z kuşağı da bu kadar değer bilir mi bilmiyorum. Değerli hissetmek, bunu çocuğundan görmek güzel olsa gerek. Kim bilir, belki bir gün. -
Okulda ilk gün
Bu ara gözlerim yerli yersiz doluyor. Haberleri izliyorum, gözlerim japon çizgi film karakterleri gibi kocaman oluyor, gözyaşlarım akmamak için direniyor. Bugün, Mert ilkokula başladı. Gözlerim niye doluyor belli aslında 😊 Kendimce hem oğlumu, hem kendimi okulun ne şartlarla açılacağı fikrine alıştırmaya çalışıyordum. Dün akşam veli toplantısına gidince, Mert’ in birkaç gündür, “Rüyalarımda okulda kayboluyorum anne ” deyişinin ne kadar yerinde olduğunu hissettim ve anladım. Veli toplantısına giden ben, yeni başlangıçların ağırlığını hissettim. Annemin tarayıp iki tane at kuyruğu yaptığı saçlarım, siyah okul önlüğüm, beyaz dantel yakam ve kara tahtanın önünde kendimi gördüm.Şu dönemde özellikle yine tek sağlık olsun diyorum. Hayat yine de olması ve yapılması gerekenler ile tutunma ve yaşama sevincimiz arasında yaşanıyor ve yaşanacak. Bugün de, o başlangıçlardan biri. Temiz ve sağlıklı bir başlangıç diliyorum oğluma ve tüm evlatlara. İlkokula başlamanın ne kadar önemli bir mihenk taşı olduğunu ve ilkokul öğretmeninin, bir çift parlayan gözü parlatabilme imkanı veya söndürme talihsizliği yaşatabileceğini artık biliyorum. Bunu büyük oğlumda maalesef tecrübe ettim. Yıllar yıllar önce, üniversitedeyken, Bakırköy İncirli otobüs durağında 76T veya 76B’ nin gelmesini beklerken, burnuma ilkokul öğretmenimin kokusu geldi. Bende nasıl yer ettiyse, çok ânı kokularıyla arşivleyen ben bile bu duruma şaşırdım. 5 yıl boyunca öğretmenim hep aynı kokardı. Oldukça feminen görünüşlü, kısa açık kumral saçları ve beyaz önlüğü ile her daim şık bir kadındı Hüsniye Öğretmen. Öğrenci ayırıyordu. Ya da ben öyle hissederdim. Hissediyorsam doğruydu bana göre. 3. sınıfa kadar çarpamadığım 2 sayı yüzünden defalarca dayak yedim. Beni hiç kucakladığını, gözlüklerinin üstünden tatlı tatlı baktığını hatırlamıyorum. Hep çalışkanlar, tembeller kümesi yapardı. Nihayet 4.sınıfta, beni iyi sayılabilecek öğrencilerin olduğu kümeye almak istemişti. Mutluluğumu hatırlıyorum.