Aile
-
Sevmek Bilgelik
Dün halamı uğurlarken, Süreyya şöyle dedi:
– Türkan abla, böyle anılabilmek için ne yapmak gerek, böyle güzel anılmak nasıl olur?
Ben de;
– Pek bilmiyorum ki Süreyya, dedim.
Ben halamı, “halam” olarak sevdim. Ben onun yeğenlerinden biriydim. Ama başrol onundu. Yani o seven, ben sevilen idim. Diğer yeğenleri ve hayatında olan diğer insanlar için de belki böyleydi. Çok sevmek; insanı, kendini, ait olduğu toprağı sevmek, içinde olduğun çemberi tüm kesişim kümeleri ile sevmek belki de bu işin bilgeliğidir. Bir cevabım, halen yok bu soruya. Sevebilmek işin en bilge tarafı, herkesin yetenekli olamadığı. Doğuştan gelen, içinden yükselen, diğer tarafa çok güzel hissettiren…
Evladını sevmek, tüm zorluklarıyla mücadele etmeyi kafaya koymak, bir işi sevmek, yaptığı her işi özenle yapmak, bir gün birine hediye ederim belki diye yaptığın iğne oyasını tüm renkleriyle uyum içinde yapabilmek, adam sen de dememek, sevdiğin kişilere onları sevdiğini hissettirmek belki bunun cevabı. Belki’ ler çok yine de. Kim olduğun, hangi meslek erbabı olduğundan bağımsız, Allah’ın verdiği yüce melekeleri insanlar ve kendin için kullanabilmek. Kimi insan Allah’ın ona verdiği tüm güzelliği yine insanlar için kullanmayı biliyor. İçinden geliyor insanın duramamak. Her çekirdek ve geniş ailede bir başrol oluyor. Filmler gibi, başrol iyi değilse, o filmi izlemek, seans bitse de gitsek diyeceğiniz türden. Başrol iyiyse, hayat dolu dolu yaşanası, oradan oraya koşturası, zorluklarla çok sıkı mücadele edilesi bir hayat oluyor. Tadını çıkarmak lazım sevilmenin de sevmenin de. İleride, bizler de gittikten sonra, kalanlara böyle tatlı bir soru bırakıyor işte. İnsan varlığını sorgularken, bir zamanlar kendini sevilmiş hissedince varlığını sahipleniyor, değerli oluyor. Birilerinin sevdiği olmak ve başroldekilerin sevebilme yeteneği belki de cevabıdır bu sorunun.
#halacım #içimdengeldiyazdım Uşak,4 Eylül 2024 -
İyi olacağız…
Mehmet Yaşin, sosyal medyasından, eşinin vefatını şöyle duyurmuştu:
– Beraber dünyanın en lezzetli hayatını geçirdik. Onsuz hayat tatsız, tuzsuz ve pazar akşamları makarnasız kalacak.”
Bunu okuduktan sonra aklımda kaldı, hiç unutamadım.
Annemiz, babamız, çocuklarımız, eşimiz… Kimi insan birinin gerçekten dünyası. Hayatını farkında olmadan yıllar içinde onunla doldurup, onsuz olmayı düşünemediği dünyası. Pazar akşamları birlikte yediğin ketçaplı Nuh’un Ankara spagetti makarnayı, dünyanın en lezzetli yemeği imiş gibi yiyebilmek herkesin harcı değil. Hayat birlikte yaşamayı başarmak iken, kimimiz bunu, katlanıp yolu bir şekilde bitirmek olarak görüyor olabilir. Kimimiz de, yanında olan insan ile tadını çıkarıyor. Bence çoğunluk ilk söylediğim grupta. Diğer türlüsünü başarabilmek için, çok fazla imkâna sahip olmak da gerekmiyor. Küçücük bir ayrıntı bile insana sevildiğini hissettirken, sevmekten keyif almayı da anlatıyor. Seni seviyorum diyemeyen insanlar için de binbir türlü yol var. Zaman tâbi biraz zalim bu konuda. Eskiden olanlar anılarda kalıyor gibi geliyor. Eskiden böyleydi ama artık… diye bir bağlaçla anlamı da duygusu da tersine dönen cümleler ile eskisi gibi olmayan ne varsa, yerini özlem dolduruyor. Aslında şimdi de var. Sadece ne oluyorsa bu dönemlerde, hızlı hızlı akıp gidiyor. Biz tadını bulamayıp, öncekini arıyor, bizde olmayıp, başkasında olanı özlemle seyrediyoruz. Onlarınki efsane bizimki fasa fiso gibi. Belki de çok büyük beklenti içinde olmayıp, gerçekten sizin olanın değerini bilmek gerekir. Aile olmak bence böyle bir şey. Katlanılmaz biri bile olsa sevdikleriniz, onsuz hayatın makarnasız bir pazar günü gibi olması, yokluğunun özlemle anılacak bir boşluk olması gibi ve bireysel olarak sizi sadece o veya onlar olduğu için daha iyi hissettirmiş olan onlarca önemli, önemsiz ayrıntı gibi. Hayat, sizin içinizi dolduran insanlar varsa güzel. Aileniz, çekirdek aileniz, yakın bir arkadaşınız, derin bir sohbet ile sevmiş olduğunuz bir dostunuz ile mesela.
Benim her yazımın bir çıkış noktası var. Bu sefer halam ve eniştem idi. Halam, hastalığı boyunca enişteme;
– O benim her şeyim diyordu. O olmasa ne yaparım diyordu.
Dediğim gibi her şeyin çok da yolunda olması gerekmiyor sevebilmek, tadını almak için. Zaten zor olan, kolay olmayan günleri, dilinde ve kalbinde bir lezzet ile geçebilmek. Bu günler de geçecek inşallah hala. Yine, ben onsuz ne yaparım, o benim her şeyim diyeceksin. Geçecek halacığım, bu sefer de geçecek… -
Ablama, iyi ki…
Bir ablaya sahip olduğum için, bana göre hayata 1-0 önde başlayanlardanım. Ablam için, çocukluk ve ergenlik döneminde bu durum tam tersi olmuş olabilir tâbi ☺️ İnsanın ana babasından ona kalan en kıymetli mirası, konuşabildiği, varlıklarına iyi ki dediği kardeşleri. Ablam, namı diğer Abaküs Hamiyet ☺️, ismini Meryem halamın Hamiyet Yüceses hayranlığından almış ☺️ benim ki de malûm Türkan. Bizimkiler, isimleri yıldızlar geçidinden seçmişler ☺️Ablam benim 45 yılım. Abaküslüğü, belki benim 45 yılımı, kardeşimin 44 yılını, tüm aile efradı olarak ne anılarımız varsa, fil hafızası ile aklında tutuyor olmasından geliyor. Ülkenin veya dünyanın neresine giderse gitsin, arabayla, yürüyerek ya da toplu taşıma aracı ile yönünü her şekilde bizzat bulabilmesi ile meşhur. Hatta, geçen sefer İstanbul ‘ a gittiğimizde ;-İstoç ‘ u geçtik, geliyoruz diye aradık ablamı. Ama trafiğe kaldık dedim.Dur şimdi, kapama, şuradan git,buradan dön, orası boş olur diye diye beni evin yoluna çıkardı. Yandex Hamiyet diyor Alp. Bazen eniştem ve İpek ile oturup ablamın bazı absürtlüklerine gülüyoruz. İpek anlatırken kopuyor. Yazarken bile kendimi tutamayıp gülüyorum hatta. Gittiğim en güzel rotalara ablamla gittim. Çocuk 1 oldu, 2 oldu, 3 oldu ☺️ öf demedi, bizi her yere taşıdı. Yollardan çabuk çabuk geçip, en güzel yerleri gördük. En son Bodrum tatilinden sonra, ben dinlenmek için bir tatile gitsem iyi olur demişliği var☺️ malum, benim gerginliğim, çocukların hiperaktivitesi, sürekli bitmeyen devinim derken annemi, ablamı ve eniştemi çok yormuş olabilirim. Her kardeşlik gibi , uzun uzun yollardan geçtik. Aynı evde olsak hayatta anlaşamayız☺️ Çok farklı karakterlerimiz var çünkü. Çocukken en çok ablamla kavga ederdik. Benim vukuatlarım çok tâbi. Evde, kavga edeceğiz diye kapıların camlarından Süpermen edasıyla uçmuşluğum bile var. Ben düzenliydim, ablam dağınıktı. Ben paspal, ablam süslü, ben içe dönük,ablam konuşkan. Sonra ikimiz de şimdi orta yaş mı desek genç mi bilemedim☺️ koca kadınlar olduk. Ablamın o güzel enerjisiyle, “Günaaaydınnn” diye açtığı telefonlar,benim günümü halen aydınlatıyor. Anlayacağınız halen 1-0 öndeyim. Çoğu güzel zamanlardan oluşan iyi bir çocukluk geçirdim. Hepimiz geçirdik. Benim arka bahçem sağlam yani. Çiçeklerim halen açıyor. Ablam, o kadar kendi kendine yeterdi ki, hâlen öyle. Onun kendi kendine yeten, herkese koşan hali dışında bir halini görsem, ona nasıl yardım edeceğimi bilemezdim. Yıllar önce tüberküloz olduğunu öğrendiğimizde, o günü hâlen öyle net hatırlıyorum, ona el uzatmaya gücüm yetmezmiş gibi gelmişti. Halen o duygudayım. Ablam her şeye,herkese yetişmeye gayret ediyor. Ablam, diyince aklımda o deli dolu, coşkusu hem içinde hem dışında, ara ara çarpıştığımız, gülmekten altıma kaçıracak gibi olduğum o diyaloglar, babam bize koca koca kızlar iken dayanamayıp kızdığında, kapıda gülme krizine girişimiz, annemin orta sehpasına çıkıp assolist olan ablama, annemin yapma çiçeklerini koparıp koparıp atışımız, onun tanıdığı bir doktor veya uzmana giderken elime kendi fotoğrafını tutuşturup;- Benim resmimi göster, beni hatırlar, bak ciddi diyorum ☺️demesi ve benim bunu yapmam☺️ ve sonsuz iyi, komik, duygulu, coşkulu,zor, milyon tane an geliyor.Ablam benim. Seni çok seviyorum. İyi ki varsın. Hep var ol. Güzel günlerimizle, kavgamızla, sesini iyi duymak istiyorum demenle, çatır çatır bana gerçeği söylediğin ve gösterdiğin tüm dertleşmelerimizle, bizle, ailemizle hep var ol. İyi ki doğmuşsun. Anneannem o kapının açılmadığı karlı 24 Şubat gününü anlatırdı. O karlı günden bu güzel güneşli bahar gününe ve daha nicelerine. Sağlıkla yaşa, çok yaşa ❤️
Şubar 24, 2024
-
Karşılamak
Sabah, yolda giderken , burada doğru düzgün radyo kanalı olmadığını düşünüyordum. Trafik de yok, olsa belki farklı çözümler bulur dinlerdik ama özlemişim radyo dinlemeyi. Böyle aklımdan geçiriyordum.Sonra kafamda yine bir kaç kişi ile, hem de karşılıklı diyalog falan☺️ kuracak şekilde kavga ettim. Allah’tan trafik yoktu, kısa sürdü ☺️( Şaka 😀)
Bu ara iç seslerim çok gürültülü ve beni lüzumsuz yoruyor. Sabah ayrı tondan, akşam daha beter bir tondan ses veriyor.O yetmiyor, kendim bir de seslendirme sanatçısı edasıyla, durup durup anlatıyorum.
-Şu zor, bu zor, yetemiyorum, olmuyor, emeklerime değdi mi ki, madalya verdiler hıhh!
diye diye tuhaf dış seslerle kendimi başkalarına ifade ediyorum. Bir yazımda bahsetmiştim:Susunca çok daha huzurluyum galiba” demiştim veya bu ana fikirde bir takım cümleleri yine kaleme almıştım. Sonra kendimce bir şey fark ettim. Bir süredir bana gelen bu duyguları karşılıyorum. Evet kelime bu olsa gerek. Karşılamak…
Çok kuvvetli, çok yoğun, kaygımı zıplatacak bir şey olmazsa, hissettiğim artık neyse, buyur gel diyorum. Sonra soruyorum:Bana bu duyguyu hissettiren ne?
Kendimce cevap veriyorum. Çıkış yolunu bilmiyorum. Her zaman bir cevap da olmayabilir. Ancak, kimi zaman, o noktalı şekilde bırakılmış boşluğa öyle bir kelime getiriyorum ki, bendeki karşılığı ile tamamlaşıyoruz. Belki anlatamadım ama, şöyle diyebilirim. Bir boşluğa gelmesi gereken, “o” kelimeyi bulmuş olma hissi veya bulduğumu düşünmem; içimde, bir test kitabında kurşun kalemle çoğu doldurulmuş boşlukları tamamlamak gibi bir his getiriyor.
Hepimizin bir baş etme yöntemi var. Anda olanla, olmuşla, olmayanla.
İnsanın, kim olursa olsun bir yolculuk içinde olması güzel .Şu tuhaf hayat gailesi içinde kavrulup gidiyorken bile, insanın, bir kendini bulma veya bulduğunu zannetme yolculuğu var. Aklına getirdiği sorular, gözünden perdenin kalktığı anlar, kalbin bir etten organken sadece (Yılmaz Erdoğan ‘ dan alıntıdır), yüreğin olduğu zamanlar ve tüm fark edişler. Yolculuk uzun gibi geliyor ama su gibi geçiyor. Eski fotoğraflara bakmak, bunu anlamak için yetiyor zaten. Bu yazıyı şu duyguyla yazdım. Yani bana bunu yazdıran nedir diye sordum kendime. Eğer bu yolculuksa, geçtiğimiz yolları niye böyle yol bitsin gayretiyle yürüdüm, hatta koştum…
Bugün de böyle benden inciler işte. Her zamanki gibi #içimdengeldiyazdım #kendimenotlar
Şubat 26, 2024, Uşak -
Köklerim
İnsan, kökü olduğunu, yaşadığı sürece aslında biliyor. Ancak, idrak noktası diyebileceğimiz yaşlarda fark ediyor. Göre göre büyüyorsun. İçine işliyor, iyi veya kötü, normal olan veya aslında normal olmayıp birilerinin normali olan,ne var ne yoksa işte. Doğduğumuz günden, hayatın karşısında iki ayak üzerinde kuvvetle basabilecek yaşa gelene kadar, bir anlamda donanıyor, hem geçmiş mirasımız, hem de önümüze kattıklarımız ile belli bir yaşa geliyoruz. Bu sabah bahçede iki kişi vardı, ağaçları budamak için gelmişler. Ocakta çay kaynıyordu. Biraz konuştuktan sonra çayı ikram ettim. Çayı doldururken eşime;
- “Rahmetli anneannemden böyle gördüm” dedim. Hele o evin inşaatı yapılırken, ne kadar zorlanmış, dedem hasta, işçilere kaç öğün yemek hazırlamış, “Hep dua ettiler bana” derdi anneannem. Eşim de;
- “Biraz da işi iyi yapsınlar ” diye verilir dedi.
- Öyle değil, dedim. Böyle gördüğümüz için böyle yapıyorum. Ben, bu düşünce ile kimseye bir şey ikram etmem. Komşumun evini tadilata geldiler, kaç gün çay, meyve, su, bisküvi taşıdım dedim.
Ne farklı değil mi? İşte böyle böyle bir çay bile , kökümüzden ne kadar suyu gövdemize, yapraklarımıza almışız, ne kadarını toprağa vermişiz, anlatıyor. Şimdilerde, benim köklerim çok kıymetli geliyor bana. Daha erken gençlik dönemlerimde, tepeden bakardım. Birinin saygın olmasını belirleyen kriterlerim vardı belki de. Mesleği, dışı, konuşması derken, insanın özünü atıp geçmişiz. Daha gençken, kıymetini bilemediğim çok şey için ince bir keder duyuyorum. Konuyu bir yere getirmek için yazdım.
Dışarıdan on numara beş yıldız gibi görünen hayatımda, oğullarımı büyütürken çok zorlandım, halen yolun çeyreğinde bile değilim ve çok zorlanıyorum.(her şey için sonsuz şükür ettiğimi söylememe gerek yok. Büyük oğlum, bize tepeden tepeden bakıyor, kökünü, nereden olduğunu unutuyor bence. Benim, zamanında görmemişim, kıymetini bilmemişim dediğim şeyleri, o aşağılıyor. Ona göre sadece, kendi doğruları var.
-‘Bizimkiler tutucu, geleneksel.” Bunlar onun lafları ki; kendimi hiç bir zaman böyle tanımlamadım. Lütfen bu yazıyı okuyup, geçecek yazmayın. Biliyorum ben de, eğer nasibimizde görmek varsa, geçecek ve göreceğiz. Ancak, keşke bilebilse oğlum, biraz anlayabilse diye, tek doğru olmadığını, herkesin farklı olabileceğini ve farklı insanların aynı sofrada buluşup, bunu, onları bağlayan tüm ortak değerleri için yapabildiğini. Benden daha iyi bildiği ve yapabildiği onlarca şey olduğunu biliyorum. Ancak biliyorum, insan kökünden su almaya devam etmeli, yaşamanın enerjisi gibi, içinde yaşayan bazı şeyleri kesip atmak olmaz. Arada bildiğim kadarıyla eskilerden bir şeyler anlatıyorum. Babama, sofradayken bir defa, anlatsana baba dedim. Nasıl geldin tuz kamyonunun tepesinde İstanbul ‘ a? Yazın derilerin yana yana, nasıl ekmeksiz kaldın, nasıl soğuktu o yurtlar, nasıl hayal kurmuştun o 4 kişilik aileyi balkonda oturur, sohbet eder bir şekilde gördüğünde? Alp de vardı. Anladı mı bilmem. Ben daha yeni biliyor, anlıyorum. Benim babam tamirci derdim ben mesela, önceden çekinirdim , tamirci derken. Şimdi, böyle protokol falan oluyor. Gururla söylüyorum.
“Benim babam tamirci. ” Kazandığının her kuruşunu hak etmiş, ülkenin en iyi motor ustası. Bir tanesi daha yok. Yağlı tulumunu çıkarıp, en iyi markaların takımlarını giyip, en güzel otellerde konaklayabilen, hayata bakışı çoğu zaman bize sert gelse de, zamanla, “ne doğruymuş o zamanlar” dediğim. Hataları, sevaplarıyla babam. Bazen kızdığım, çoğu zaman büyük minnet ve hayranlık duyduğum. Keşke oğlum da bilse, insanın kökü taa derinde, gücünü ondan alıp, ileri atılmak için bir kuvvet, en büyük dayanak. Oğullarım ile çok konuşuyorum ben, hem de çok. Anlatamıyorum, yanlış yerden dalıyor olabilirim. Ama bitmeyecek bu çabam, yaşadığım sürece, bildiğimi, gördüğümü, kendi çapım neyse artık, elimden geldiğince. Bir gün onlar da bilecek, hissedecek. Yaa evet, annem derdi diye… #içimdengeldiyazdım#kendimenotlar Aralık 30, 2023 Uşak
-
Guzummm, tatlı guzumm…
İçimde deli bir yazma isteği. Yazıp da bir rahatlasam diye yazabildiğim kelimelerin peşi sıra gitme isteği. Tüm gerginliğe, tüm kaygılı ve asabi halime rağmen, iyi bir şeyler görebilmek için çabalayan hallerim. Tuhaf bir şekilde gelmeye ve geçmeye çalışan Eylül. Oysa deli gibi yazmak istiyordum. Dedim ya… Her akşam, her sabah evdeki ergen oğlumla bitmeyen kavgalar, sürekli ağlayan küçüğüm, tembelliğinden artık pes dedirten ortancam, sadece çabam ile yürüttüğüm insan ilişkileri, belirsiz gelecek kaygılarım ve aslında önümde göremediğim yolum. Böyle böyle anksiyetem var martavallarıyla oyalanırken ben, Eylül tüm hüznüyle geldi. Hesapladım, tam 6 yıldır seviyormuşum Eylül’ ü, aynı şekilde Ekim’ i, hatta Kasım’ ı. Ama sevemedik biz bu Eylül’ ü. Kulaklarımızda “guzum, tatlı guzum” feryatları, ince ince bir ananın çığlıkları… Yazdığım için beni kendimden utandıran satırlar. Yazma kızım dedim. Böyle mi olur sonbahar, ilk baharındayken, anasının çiçeği burnundaki civa gibi delikanlısı, sakalları kınalı gibi olmuş ana kuzusunun, acısı sadece anasının, babasının, kardeşlerinin, eşinin ve çocuğunun içinde mıh gibi kalacak olan acısı ile bizim biraz uzak, biraz yakından seyrettiğimiz, konuşsak konuşmaya utandığımız zamanlar, toprağın bile alırken belki ağladığı gencecik evlat… Bugün buralarda bir yerlerde kalsın bu yazı. Bugün de böyle, geçmeyen Eylül, hiç bitmeyen bu hafta. İçimizde bir enkaz, kalkmıyor, ağırlaşmış, çökmüş kalmış olduğu yerde. Bu sefer kelimelerim yetmedi gördüğümü anlatmaya, biliyordum zaten yetmeyeceğini. Bugün de böyle, ağır, çok ağır… Eylül 13, 2023, Uşak
-
Teyzem
Teyzem…O da teyzesine bir şiir yazmış ve sonrasında o defteri kaybetmişti. O günlerde blog veya sosyal medya olsaydı, belki hepsini birer birer okuyor olurduk. O güzel şiirlerden aklımda kalan “Teyzem” ve “Megaloman” şiirleriydi.
Küçük bir kız çocuğuydum. Anneannemin evinde bir vesikalık fotoğraf bulmuştum. Fotoğrafı elimde tutup anneme sorduğumu hatırlıyorum;
-Anne, bana bu önlüğü ne zaman giydirdiniz?
Küçükken çok benzerdim teyzemin o fotoğrafına.
Mor eteği, kırmızı ceketi, koca halka küpeleri, upuzun güzel saçları, ailede “süslü” lakabıyla teyzem, çocukken benim hissedemediğim bir hayat mücadelesi ile beraber biraz pembe bakar, çokça hayal ederdi. Bugün teyzemi gördüm. Kırmızı elbisesi, kısacık sarı saçları ve mini mini halleriyle yine yüzü gülüyordu, ne güzel… Asansör beklerken;-Anneannemden bayrağı sen aldın dedik. En çok hatır soran, tüm eş ve dost ile iletişimi halen koruyan, üşenmeyip giden, diğerlerine haber eden, kendinden vazgeçmeyen,biraz pembe bakabilen, hâlâ hayal kurabilen teyzem.
Hiçbir şeyin eski tadıyla yenmediği günlerdeyiz. Günler geçiyor ama doyurmaya yetmiyor bizi. Kimi insanlar geçiyor hayatımızdan ama sası, zamanında toprağın suyunu yeteri kadar alamamış, tam zamanında soğuktan çiçekleri donmuş, meyve verecekken meyvesini kuşlar yemiş insanlar. Nereden baksan bir tarafıyla eksik kalmış. . Sohbeti tatsız, hayalleri donuk. Ne güzel dedim, o insanlardan değil Teyzem. Hâlen değil. İyi geldi teyzemi yeniden görmek. Teyzemin tedaviden sonra, kemoterapi ve radyoterapi almadığı, sağlığına kavuştuğu ilk doğum günü. Sanki o anlattığı hayalleri gerçek olmuş gibi kırışık konmamış yüzünde. Ben böyle yazarak anlatıyorum. Bu da benim kusurum bir anlamda. Jetonlarım köşeli, sonradan sonradan idrak ediyor, daha doğrusu önce o duyguyu anlıyor ve sonra hissediyorum. Nice yaşların olsun teyze. Bu yazdıklarım hem kalbimizde hem de burada kalsın.Senin şiirlerin gibi olmasın, hiç kaybolmasın. İçimden geldi yazdım. Haziran 24, 2023 -
3 çocuklu hayata hoş geldim
3 çocuklu hayatın tam ortasından bildiriyorum. Öncelikle ne zaman sabah oluyor, ne zaman gece anlamıyorum. Kerem 4 gün sonra 3 aylık oluyor bile. Sanki 100 metre koşusundayım, ya da çocukken oynadığımız commodore 64 oyunlarındaki gibi hedefe ulaşmak için, engelleri bir bir aşmalı ve yıldızları toplamalıyım gibi hissediyorum. Alp, tam bir ön ergen. Ne zaman düzgün bir konuşma geçecek, hadi bakalım derken sonunu toparlayamadığım bir çıkmaza giriyoruz. Bazen sabır, bazen öfke patlaması derken, gençlik dönemlerine düşe kalka, yara bere içinde ilerliyoruz. Daha iyisi olsun diye, tüm doğruluğuyla, güzel anılar biriktirelim hadi diyorum. Tamam annecim lafı yine uzayda boş bir seda oluyor. Önce sağlık, huzur ve mutluluk diyor bazen kendimi susturuyorum. Mert ise, yani benim mintoş 2 numaramın içinden başka bir çocuk çıktı. Tam, Kerem, beyaz gürültü denilen o uğultuyla uyudu derken, Mert köşeden kardeşimmm nidalarıyla çıkıyor ya da Kerem’ in yüzüne doğru sokulup öksürmeye başlıyor. Akşamları ise en civcivli zamanımız. Kerem, kolik bir bebek. Akşamları uyuyana kadar maaile, acaba aç mı, acaba masaj mı yapsak, acaba sıcaktan mı bunaldı varsayımlarıyla her tür yöntemi deniyoruz. Sonunda destek kuvvetlerle, diğer çocukların da fiziksel, duygusal, oyun, gezme, eğlence, sosyalleşme ihtiyaçlarını karşılamaya çalışarak çığlık sesleri içinde gece oluyor ve gece mesaim başlıyor. Yeni bir güne doğru…#3erkekçocuk#3çocukluhayat
-
Hüsnü Amca’ya… (Kızlar ve babaları)
Hep annelik yücedir, ki öyledir. Cenneti anaların ayakları altına seren bir dinimiz var. Bunda hemfikirim. Anne, yeri doldurulamayan, ortalarda olmasa, bir yerlere gitse bile, hasretle yolu gözlenendir. Benim gibi kırkında da olsa, uzakta olduğundan, keşke istediğimde hemen görebilsem dediğim, kokusu çocukluğum, her geçen günle, geri getiremeyeceğim yaşanmışlığımdır.
Peki, bir baba ne kadar yer kaplar gönlümüzde? Bugün kızlar ve babaları dedim, benim babam ve kızları diye düşündüm. Çünkü ağladık tüm gün. Baba gidince, vicdan muhasebesi daha derin olabilir diye düşündüm. Çünkü geçilen yıllar da yollar da karışık, çetrefilli. Dümdüz bir ovaya uzanamıyor ki çocukluk, ilk genç kızlık dönemleri ve genç kadınlık yılları. Bence çoğumuz annemizle geçirdiğimiz kadar uzun zamanı paylaşamıyoruz babamızla. Belki daha çok kucaklamalıyım babamı da, en az annem kadar olmalı. Kalbim, ah dememeli. İyi ki demeliyim. Babam çok şükür sağ. Allah’ım uzun ömürler versin hepsine. Ne olur dedim bir erkek gidince? Eşime baktım, doyamam herhalde dedim. Peki gidenler doydu mu ki dedim, tövbe dedim. Sonra düşündüm; bir erkek gidince, artık sevdiğinin kucağı, kızının sırtını yasladığı dağı olmaz diye hislendim. Puslandı gözlerim. Kalemin anlatmaya yetmeyeceği duygular düğüm oldu boğazımda. Yine her ölüm gibi,bu sefer de bana bir tokat attı ve gitti. Mekanın cennet olsun amca. 😢 -
Mutlu yıllar Kerem’ im
Annelik benim için, mutluluk, endişe, kaygı gibi iç içe geçmiş duygularımla, sürekli sorma ve kendimi sorgulama durumu. Yeryüzünde, her anne evladına, kendi şartlarında annelik yapmaya çalışıyor. Kimi çocuğa, sadece bu yüzden şanslı diyor, kimine yazık diyip vahlandığımız oluyor. Kimi anne, çocuğuna bakabilmek için çalışamıyor, kimi, evladını yaz kış demeden pazar tahtalarının arasında büyütüyor, kimi anne, girişimci oluyor; kendi işyerinde bir oda yapıp, her gün çocuğunu yanında taşıyor. Kimi gündüz ayrı, gece ayrı bakıcı buluyor, yine de yorgunluktan dert yanıyor. Bunun gibi yüzlerce örnek sayılabilir. Kimin daha iyi anne olduğunu kimse bilemez, sorgulamak da dışarıdan bakan gözün haddi değil. Her çocuk için kendi annesi en iyisidir. Bir dönem vardır ki, bu hepimizin hayatında elbet yaşanmıştır. Başkasının annesi daha güzeldir, daha ilgilidir, daha dahadır işte. Bizim annemiz eksiktir, ama başkasının annesi kusursuzdur. Bu dönemin kısa bir dönem sürmesi de isabetlidir. Çünkü anne, yaş aldıkça daha çok özlenendir. Ben geçen yıl, bu günlerde üçüncü defa anne oldum. Öncelerden, mesela ortaokul ve lisenin ilk yıllarında, var olup giden düzene kafa tutar, insanların tutum ve davranışlarının değiştirilmesi gerektiğini düşünürdüm. Herşey kolaydı, hem ne vardı, öyle yapılmasa, böyle yapılsaydı. Zaman geçtikçe, öyle olmadığını anladım. Bunu anladıktan sonra, ben asla öyle olmam, böyle yapmam dediğim her şeyi de yaptım. Üniversitede Düş Sokağı Sakinleri dinleyip, lisede iki varoluşçu yazarın söyledikleri kafana yatınca ya da dünyanın karşısında eğilmez gibi düşüncen ve temsili figürünle matrix filmindeki gibi durduğunu sanınca, birşeyleri değiştiremiyormuşsun. Anne olunca, her nerede olursan ol, aynı duygular seni başka bir insan yapıyormuş. Yapmam dediğin çoğu şeyi normal alıp, kendin başka bir insana evriliyormuşsun. Kendi kapasiteme göre zorlu bir yıl geçirdim. Muhteşem ve zor bir yıl. Başkaları belki daha iyi karşılayabilirdi. Ben zorlandım. Hep omuzlarımda bir ağırlık hissettim. Çok içselleştirdim herşeyi. Nadir zamanlarda oluruna bıraktım. Oğlum Kerem 1 yaşına giriyor. Bana göre, annelik yaparken biraz çuvalladım. Üçünün de gözünün içine baktım. Gözlerinin karasına bir ömrümü veririm, üçünün de. Biraz birinin, biraz diğerinin gönlünü yapmaya çalışırken hep birşeyler yarım kaldı. Bunları eleştirmek, yargılamak için yazmıyorum. Elimden gelenin en iyisini yaptım, yapmaya gayret ediyorum. Yanımda olan, olmayan, destek olan, olmayan herkes, iyi ki var. Herkesten birşeyler öğrendim. Alp için, ilk doğum gününde bir mektup yazmıştım. Mert’ e yazamadım.Kerem ilk yaşına girerken, onun şahsına da bir mektup yazabilecek miyim bilmiyorum. Fırsat bulup yazmayı kendimden diliyorum ☺️ Mutlu ve sağlıklı yılların olsun 3 numaram, kara kuzum👶🧿