• Kabuğum

    Eğer doğruysa, her insanın onunla birlikte doğup, o ölünce kaybolan bir yıldızı varmış. Rivayet bu ya. Öyle ki, uzaydan bakılınca bu yıldızın yok olma süresi o kadar kısaymış ki, biz insanoğlu türlü türlü hayat gailesi içinde yoğuruluyorken, hoop bir yıldız kayar gibi çekip gidebiliyormuşuz. Bir kısmı, kulağa hoş gelen romantik hikayeler olabilir. Belki de öyledir. Her birimiz, eşsiz, ancak sahildeki herhangi bir kum tanesinden biriyiz. Aslında diğer kum taneleri için de, herhangi bir kum tanesiyiz. Bizden milyarlarca olmasına rağmen hepimiz biriciğiz. Son senelerde, kabuğumun içinde bana ayrılan boşlukta kıpırdamaya çalışarak yaşıyor gibi hissediyorum. İçeriden kuvvetli bir tekme atıp, o kabuğun rahatlatıcı ve bilinmezliğin habercisi çatırdama sesi ile bir seviye daha rahatlayıp, hadi koşmaya devam demek istiyorum. Beni tutan ne yapacağımı bilememek belki de. Üzerime yağması muhtemel rüzgarın beni ıslatmasından imtina ediyorum. Rüzgarın beni ters yüz etmesi durumunda, yapmam gerekenleri yapamayacağımı biliyor, kabuğum ve ben mutlu yaşıyoruz. İçimdeki enerji, yerden kaynayan temiz bir su gibi…
    İnsanlar bu dünyaya yıldızlar gibi kendi ışıklarıyla gelip, ışıklarıyla gidiyor. Kimi parlak, görünüyor, kimini sadece az insan görüyor. Kimi, kum taneleri gibi kısacık hayatta savrulup gidiyor, ışığına rağmen… Dün 44. yaşımı bitirdim. Kendime bir şeyler diledim. Bu kadar betimleme yapıp anlatmama rağmen, çoğu şeyin aynı kalmasını diledim gibi. 40′ dan sonra her şeyi küçük küçük keşfediyorum. Bu da bunlardan biri. Kabuğu içeriden kırmak gerek. Bazen kuvvetli bir çekiç darbesi ile, bazen de küçük küçük sezdirmeden. Tünelin ucundaki ışığa kavuşmak isteyen bir mahkûm gibi. Öyle istemek ile dilemek ile olmuyor. Bunlar büyük şeyler değil, kendim olmam için yapılması gerekenler. Daha, benden bir tane daha yok, yarısı çoktan geçti yolun diyerek, ışığı daha çok görme isteği benimki. Sabahları daha da erken kalkıp günü kaçırmama, belki küçük bir iki şey karalama fırsatı bulma, enerjisiyle beni yormuş olanları çok duymama, her şeyi bilir gibi konuşanların yanında susabilme olgunluğu, benim hakkımda ne düşündüğünü bildiklerimi, onlara rağmen yargısızca karşılayabilme, daha sakin kalabilmek için her tür desteği almaya hazır bulunmak ve denemek, çok daha az konuşup, uzun uzun susmak, değmez diyip arkamı dönüp gitmek, ama içime ve sevdiklerime dönmek. O kadar çok şey var ki fark ettiğim. Farkındalıklarla yaşamak mutlu ediyormuş beni. Hayatın gerçeklerine rağmen kendimin farkına varıp, yolumu görmeye çalışmak. Bazen kabuğun altından, bazen haberci gibi tepeden, kuş uçuşu bakarak …Yerden kaynayan o temiz su, benim içimdeki enerji, yine bir şeyler diledim bile yazarken. Kalbini temize çekmek isteyenlere gelsin bu yazı. Zira, ben bir süredir, temize çekiyorum kendimi. #içimdengeldiyazdım #kendimenotlar Ağustos 31, 2023

  • MFÖ – Özkan Uğur Anısına

    ‌Demek böyle oluyor, bazen birden bire, bazen birer birer…Mazhar Fuat Özkan ‘ ın Özkan Uğur’ u vefat etmiş. İnsan, şahsen tanımadığı, ortak bir anısı olmayan bir insanın gidişini kalbinde bir hüzün ile ağırlıyor demek ki. Zaman geçiyor geçmesine, hem de hiç geri dönemeyecek şekilde. Geçen zamanın bize kattıkları ve aldıkları bir yana, yaşadığımız zamanlar kimi sahnelerle yekpare bir tablo gibi. Kiminde tablo, film gibi kayıt ediyor, oynuyor; kiminde bir fotoğraf karesi. Ara ara arka odalarında hatıralarımın, bir yer bulup koyamadığım, burada olduğunu unutmam diyip de unuttuğum zarflar, mektuplar, fotoğraflar, konser biletleri kalakalmış. Çünkü geçirdiğimiz her dönemde, bize eşlik eden bir şeyler oluyor. Kimine bir insan, kimine bir şarkı, kimine sıcak, geçmeyen bir yaz, kimine politika, gündem, kimine türlü türlü dertleri derken ille de bir şeyler o geçen, sonradan kıymetli olduğunu anladığımız zamanlara eşlik ediyor. MFÖ’ nün “Ele Güne Karşı” şarkısını bağıra bağıra söylemeyen kaç kişi kalmıştır? İkinci Bahar’ ı izlerken, anlatılan sevdaya ortak olmamış kim vardır? E işte böyle böyle geçiyoruz biz de, her gidenin ardından bir durup, sorgulamaya ve yine düttürü dünya tam hız devam ediyoruz. Hayatta kalma mücadelesi yani. Sözün özü, benim için her geçen gün biraz daha yaşama kaygısı ile gerçekten burada mı durmalıydım, benden geriye ne kaldı ki gibi bazen haklı, bazen zırva şeylerle kafamı yerken yine bir şeyler oldu bende. Yine birilerinin bir şeyler hatırlatma ve benim hatırlama vaktim imiş. O güzel enerjisiyle, dinleme ve aynı döneme denk gelme şansını bulduğum bir gruptu MFÖ. Özkan Uğur’ un vefatı bana, şimdi ne biçim bir teranenin içinde olduğumuzu, öncesinde içimizi ne güzel ısıttığını hatırlattı. MFÖ ‘ yü bir daha sahnede göremeyecek olmak çok acıttı içimi. Biz yine şanslıymışız. Bunları yazarken kulağımda bir sarı laleler… Umut verirdi o şarkı bana. Sanki bir yokuşu çıkarken, arkamdan bir el iter ve hızlıca beni düze çıkarır gibiydi. Eskiden bize eşlik eden güzel enerjili şarkılarla birlikte güzel zamanlar varmış. Böyle bir şey hissettim işte duyduğumda. Yine eskilerden bir parça bilmediğim bir boşluğa yuvarlandı. Oluyor böyle zaman zaman. Hatırlatıyor şarkılar, eski videolar, o şarkıyı ne delice söylediğimiz, o güzel Harbiye, Rumeli Hisarı konserleri derken, şimdinin kekremsi tadı buruyor ağzımı. Ne anlattım bilmiyorum, içimden geldi söyledim işte. Her zamanki gibi. #içimdengeldiyazdım
    ‌Temmuz 9, 2023 İstanbul – Uşak yolu

  • Elbette

    Az önce Candan Erçetin ‘ in Avrupa’da Metropole Orkestrası ile verdiği konseri kısacık dinledim. Yeni bir şeyler yazmaya, bu sefer bu güzel konser videosu vesile oldu. Dedim ki kendime;- Herkesin ruhunun ,duyduğu güzel bir tını ile peşinden gitmeye hasret kaldığı yerler ve zamanlar var, olmalı!Bu video, kısacık da olsa hasret kaldığım yer ve zamana sürükledi, hızlıca yerime geri gönderdi. Bu tatlı müzikle birlikte, omzumun üzerinden esip geçen İstanbul havası, rüzgarın özlemişiz dedirttiği o yaz akşamındaki üşüme hissi, parfüm kokuları, deniz kokusu, birbirinin içine geçmiş iyi insan enerjileri, oturduğun koltuğun rahatsızlığı ama boş vermişliği… Sanki tüm bunları ve fazlasını bir zaman kapsülüne koyup önüme getirdim. Dedim ya, insan kendini iyi hissettiren şeylerin peşinden gitmeli, belki benim gibi yine şifayı kapmış bir halde battaniyenin altından, belki ofisteki masadan, belki makine başındayken, belki de ne işim var dediğiniz fotoğraf karesinin içinden, gülümsemeye çalışırken. Bu aralar, iyi gelen ne vardıysa, unutmuşum. Aramayı da, çağırmayı da…Eylül ‘ den beri, bir türlü toparlanamadım. Düşük kan değerleri, tansiyon, iki kulağım arasındaki sis bulutu ve dönme derken, biri arkamdan beni dürtüyor ve arkadan çekişli bir şekilde günlük koşturmayı tamamlamaya çalışıyorum. Gelip geçici şeyler olsun, hep söylediğim gibi.Bir sürü yazı karaladım. Hep yarım. Kızıyorum kendime. Maymun iştahlı diyorum. Bitmiyor elimde bir şey. Böyle yarım yarım her şeyim. İş yarım, ev yarım, çocuklar da yarım, ben zaten yarım…Böyle böyle düşünürken, insan sadece bir an mutlu olup, onun sıcaklığıyla gününü kurtarır mı ki, dedim. Mesela, içini acıtsa bile, çağırmak lazım iyi olanları. Geçmişimiz varsa, yarın için de olmak için bir sebebimiz var. Ben bugün güzel anıları çağırdım bu şarkılarla. Sonra da bugünkü enerjimi onlardan aldım. Belki kiminiz diyordur, yattığı yerden kendine bir şeyler bulmuş, kolay tâbi diye. Bu yazıyı bile çok zor yazdım. Kerem durmadan bağırıyor şu an, bahçedeki ışıkların kumandasını bozdu. Bahçemizde sanki bir disko topu var şu an ve kapatamıyorum. Kerem mutfakta 80.turunu koşarak tamamlıyor, Mert’e yeni gelen futbol topunun içine “töreni” diye tabir ettiği tornavidayı çevirmek suretiyle içine soktu. Mert ile birbirlerine girdiler. Bir de ergenlik var. Sanki Moipark’ ta korku tüneline girmişiz, ne zaman çıkarız Allah bilir diye bekliyoruz. Her şeyin ne harika olduğu, ne de çok kötü olduğu bir günden şükürle yazıyorum. Ben çağırdım o anları bugüne şükürle. Sonra devam ettim önümde yaşanacaklara. Bilmiyorum ki yarın ne getirecek, herkes gibi. Bugün kendime bu yolu buldum, yarına Allah Kerim 🙏

  • Teyzem

    Teyzem…O da teyzesine bir şiir yazmış ve sonrasında o defteri kaybetmişti. O günlerde blog veya sosyal medya olsaydı, belki hepsini birer birer okuyor olurduk. O güzel şiirlerden aklımda kalan “Teyzem” ve “Megaloman” şiirleriydi.
    Küçük bir kız çocuğuydum. Anneannemin evinde bir vesikalık fotoğraf bulmuştum. Fotoğrafı elimde tutup anneme sorduğumu hatırlıyorum;
    -Anne, bana bu önlüğü ne zaman giydirdiniz?
    Küçükken çok benzerdim teyzemin o fotoğrafına.
    Mor eteği, kırmızı ceketi, koca halka küpeleri, upuzun güzel saçları, ailede “süslü” lakabıyla teyzem, çocukken benim hissedemediğim bir hayat mücadelesi ile beraber biraz pembe bakar, çokça hayal ederdi. Bugün teyzemi gördüm. Kırmızı elbisesi, kısacık sarı saçları ve mini mini halleriyle yine yüzü gülüyordu, ne güzel… Asansör beklerken;

    -Anneannemden bayrağı sen aldın dedik. En çok hatır soran, tüm eş ve dost ile iletişimi halen koruyan, üşenmeyip giden, diğerlerine haber eden, kendinden vazgeçmeyen,biraz pembe bakabilen, hâlâ hayal kurabilen teyzem.
    Hiçbir şeyin eski tadıyla yenmediği günlerdeyiz. Günler geçiyor ama doyurmaya yetmiyor bizi. Kimi insanlar geçiyor hayatımızdan ama sası, zamanında toprağın suyunu yeteri kadar alamamış, tam zamanında soğuktan çiçekleri donmuş, meyve verecekken meyvesini kuşlar yemiş insanlar. Nereden baksan bir tarafıyla eksik kalmış. . Sohbeti tatsız, hayalleri donuk. Ne güzel dedim, o insanlardan değil Teyzem. Hâlen değil. İyi geldi teyzemi yeniden görmek. Teyzemin tedaviden sonra, kemoterapi ve radyoterapi almadığı, sağlığına kavuştuğu ilk doğum günü. Sanki o anlattığı hayalleri gerçek olmuş gibi kırışık konmamış yüzünde. Ben böyle yazarak anlatıyorum. Bu da benim kusurum bir anlamda. Jetonlarım köşeli, sonradan sonradan idrak ediyor, daha doğrusu önce o duyguyu anlıyor ve sonra hissediyorum. Nice yaşların olsun teyze. Bu yazdıklarım hem kalbimizde hem de burada kalsın.Senin şiirlerin gibi olmasın, hiç kaybolmasın. İçimden geldi yazdım. Haziran 24, 2023

  • Kendimi temize çekiyorum

    Kendimi temize çekiyorum. Böyle bir hissi yaşamak için, sanki kendimle, içimde affedemediklerimle vedalaşıyorum. Azot çevrimi gibi takılıp kalmışım aynı döngüde. Midem dolu ama ruhum beslenmemiş. Kanım sanki coşkuyla akmıyor. Temize çekiyorum kendimi işte. Affetmeye çalışıyorum. Affedemediklerime mesafe koyarak, daha az konuşurak, olmasa da kabul etmeye çalışarak.
    O döngüden çıkıp, bu sefer daha da eskiye gidip, beni eskilerden bilip, tüm amasız fakatsız hallerimle, kilometrelerce yürüdüğümüz, bir şarkıyı bağıra çağıra söylediğimiz, aynı odada haftanın 6 günü mesai yaptığımız, tüm abuk hallerimizle yaşadığımız dostlukları öyle özlemişim ki. Bugün aynı tüm bunları yaptığımız arkadaşım Esra’ yı aradım. Esra, Zuhal ve ben. Üçümüz karnımızda birer bebek taşıyorken, hatta Esra ile daha da evvel deli dolu kızlarken, bir şarkıyı kasedi koyup çevire çevire aynı odada akşamı ederken ne zamanlar geçirmişiz. Sonrasında anlamsız bir kopuş…Bu kadar yıl hangi ara geçmiş…
    Ve sonra Zuhal geldi buraya bir vesile ile. Eski arkadaşlar iyilikleri ile geliyorlar yanımıza. Sanki benim için kalbinin bir köşesine bu Türkan için diyip, iyi dileklerini orada korumuş ve uzak yıllardan, yollardan getirmiş. Zuhal bana dedi ki,

    Türkan, hazır Esra. O da seninle görüşmek istiyor.
    Gidince İstanbul ‘ a arayacaktım. Olmadı. Aradım bugün. Sanki her şey 11 yıl öncesinde kalmış. Ben konuşmak istemiyorum ne olmuş diye dedi. Konuşmadık. Temize çekiyorum kendimi. Kendime o kadar yalın geldim ki bu ara. İçim ayna gibi. Bakınca görüyorlar beni diye utanıyorum. Öyle huzur geldi ki bana, eskilerde bir kırık acaba bırakmadım kendime. Yine böyle bir akşam vakti, içimden geldi yazdım. İyi ki yazdım. Hep yazayım.

  • Koca dünyaya sığmıyor insan

    İnsan sığamıyor koca dünyaya. Hâlbuki her insan koca dünyayı içine sığdırabilme meziyeti ile donatılmış iken, belki de bu güce yetti yetecek gücü bulabildiği nice zamanlar varken. Dünya insanın içinde, insan kendini koca dünyaya öyle de böyle de sığdıramıyor kimi zaman. Hep bir planlar, hep bugünden farklı bir yerde olma gayreti, kimi zaman koşup, kimi zaman düştüğümüz günler ve geceler boyunca bile, hep bir dünyada yer edinme gayretiyle üstelik. Bir de ben varım dercesine bu gayret .Koca koca binaların camlarla kapatılmış balkonlarından kimimiz dünyayı seyrediyor, kimi yaşıyor dibine kadar hayatını , kendince elbet. Daha iyisi, en güzeli derken iç sıkıntısı geliyor kimimize. Hep çok iyi olup, aslında ulvi amaçlarla, çok masumca sebeplerle birilerinin hayatına saygı duymayıp, değer vermeyip, bu koca dünyada bir yer edinmeye çalışanlarımız da, ” hep haklı, hep en doğru” oluyor. Hepsinin derdi, bir yer bulabilmek. Dünya kocaman ama her insan içine alamıyor ki dünyayı. Alanlar pek az, ışıkları var, bir çift gözün nuru var üstlerinde.
    Kendimi tekrar ediyormuşum yazılarımda. Belki ediyorumdur. Çıkamıyormuşum bu döngüden. Çıkamıyorumdur. Kendime değiyor yazılarım. Hiç değilse…. Bugün de böyle olsun.
    Mayıs 20, 2023 #içimdengeldiyazdım #kendimenotlar

  • 3 çocuklu hayata hoş geldim

    3 çocuklu hayatın tam ortasından bildiriyorum. Öncelikle ne zaman sabah oluyor, ne zaman gece anlamıyorum. Kerem 4 gün sonra 3 aylık oluyor bile. Sanki 100 metre koşusundayım, ya da çocukken oynadığımız commodore 64 oyunlarındaki gibi hedefe ulaşmak için, engelleri bir bir aşmalı ve yıldızları toplamalıyım gibi hissediyorum. Alp, tam bir ön ergen. Ne zaman düzgün bir konuşma geçecek, hadi bakalım derken sonunu toparlayamadığım bir çıkmaza giriyoruz. Bazen sabır, bazen öfke patlaması derken, gençlik dönemlerine düşe kalka, yara bere içinde ilerliyoruz. Daha iyisi olsun diye, tüm doğruluğuyla, güzel anılar biriktirelim hadi diyorum. Tamam annecim lafı yine uzayda boş bir seda oluyor. Önce sağlık, huzur ve mutluluk diyor bazen kendimi susturuyorum. Mert ise, yani benim mintoş 2 numaramın içinden başka bir çocuk çıktı. Tam, Kerem, beyaz gürültü denilen o uğultuyla uyudu derken, Mert köşeden kardeşimmm nidalarıyla çıkıyor ya da Kerem’ in yüzüne doğru sokulup öksürmeye başlıyor. Akşamları ise en civcivli zamanımız. Kerem, kolik bir bebek. Akşamları uyuyana kadar maaile, acaba aç mı, acaba masaj mı yapsak, acaba sıcaktan mı bunaldı varsayımlarıyla her tür yöntemi deniyoruz. Sonunda destek kuvvetlerle, diğer çocukların da fiziksel, duygusal, oyun, gezme, eğlence, sosyalleşme ihtiyaçlarını karşılamaya çalışarak çığlık sesleri içinde gece oluyor ve gece mesaim başlıyor. Yeni bir güne doğru…#3erkekçocuk#3çocukluhayat

  • Pırıltı

    Duygularımı, yaşadığım ânı , dahası dönüm noktalarını bile yaşarken, duygularımı ifade edemedim. Biraz böyle büyütüldüğümden, böyle olduğumu düşünüyorum. Bu güne kadar insanların benim hakkımda ne dediği, ne düşündüğü hep önemli oldu. Günü yaşadım, önemli dönemeçlerden de geçtim. Bazı insanlara nasip olmayan mutlu günlerim de oldu. Kimsenin yanında, gözümden yaşlar gelene kadar güldüğüm sayılıdır. Ağladım ama.
    Ne kadar sevildiğimi hiçbir zaman anlayamadım. Bendeki sevginin karşılığını bulamadığım onlarca an var aklımda.
    Sebebi, kendi kendime anlık yaşadığım duygu yoğunluğunun hayatımın tümüne sirayet etmemesidir. Kendimce kırılgan ve olmadık zamanlarda hunharca kıran olmam, bundan mütevellittir. Kendimi çözümleme arifesindeyim. Ah bir başarsam… Mutlu çocukluk günleri, ağrılı ilk ergenlik dönemleri, kendimi bulmaya çalışma dönemleri derken, kendimi ruhen ne kadar yorduğumu anlıyorum. Şu an olduğum yaşta, 3 çocuğun annesi ve bir başkanın eşi olarak, dışarıdan imrenilen hayatımda ,gerçek kendimi yeniden bulmak ve gözlerimin karasındaki pırıltıya yeniden kavuşmak istiyorum. Her şeye ama her şeye sonsuz defa şükreden ben, böyle düşünerek nankörlük yapıyor olabilirim ancak yazar bu defa gerçekten böyle hissediyor.

  • Şükür

    Birlikte büyüdüğüm, beni büyüten insanlar var. Herkesten birşeyler öğrendim. Bazılarını bilinçli uyguladım hayatımda, bazılarını çok içselleştirdiğim için uyguladığımı fark etmem bu yılları buldu. Keşfe devam ediyorum ben de herkes gibi. Bazen öyle iştahla yazmak, yeni bir şeyler öğrenmenin hazzında kaybolmak istiyorum ki, bu yoğun hayat bana şiir, şarkı gibi bunu da unutturuyor. Aslında başka bir şeyler yazacaktım, ancak klavyem hızlı davranıp bazen başka limanlara gönderiyor beni. Öylesine, kim ne der diye düşünmeden yazmak isteği nedeniyle, yazdığım pek yanlış yönlere çekilebiliyor. Acaba niye yazmış,galiba çok dertli, çok mutsuz diye konuşanı da oluyor, beni arayan has arkadaşlarım da oluyor. İfade etmeyi seviyorum. İnstamom gibi , falanca arkadaşım iyi ki varsın, kocacım ömrüm gibi paylaşımlar yapamıyorum. Yaşamak bu değil, Bir günü zaten yoğun yaşayıp,bunu sosyal medya hesaplarında heba etmek istemiyorum. Âna tutunmaya çalışıyorum. Facebook ve Twitter hesabım yok. Instagram’da çok aktif değilim. Paylaşacak şu an bir blog hesabım da yok, o yüzden buraya yazıyorum. Gayet mutlu, huzurlu, şükür doluyum. Eşim, çocuklarımız ve tüm sevdiklerim huzurla nefes alıp verdikçe ben de mutluyum. Bahçemdeki aydınlatmanın verdiği ışık, soğuk havayı da benim içimi de ısıtıyor. Herkes gibi zorluklar var, ama ben falancanın yaşadığı zorluktan beslenip, altında bir şeyler aramıyorum. Hiç de umurumda değil. Meraklı herkese tavsiye ederim . Birlikte büyüdüğümüz insanlardan besleniriz dedim ya, teyzem mesela. Çok güzel şiirler yazardı. Hatta bir şiiri vardı. Adı da Megaloman. Şöyle diyordu. Altı parmaklı bir çocuk doğursam da, o benim bebeğim, o benim emeğim. Yani ben, falanca tarihte bir duygu paylaşımı yaptıysam, o benim dilimden akan, benim duygum. Merak uyandıracak bir konu hiç değil. Herşey yolunda, sonsuz şükür ve minnetle…

  • Hüsnü Amca’ya… (Kızlar ve babaları)

    Hep annelik yücedir, ki öyledir. Cenneti anaların ayakları altına seren bir dinimiz var. Bunda hemfikirim. Anne, yeri doldurulamayan, ortalarda olmasa, bir yerlere gitse bile, hasretle yolu gözlenendir. Benim gibi kırkında da olsa, uzakta olduğundan, keşke istediğimde hemen görebilsem dediğim, kokusu çocukluğum, her geçen günle, geri getiremeyeceğim yaşanmışlığımdır.
    Peki, bir baba ne kadar yer kaplar gönlümüzde? Bugün kızlar ve babaları dedim, benim babam ve kızları diye düşündüm. Çünkü ağladık tüm gün. Baba gidince, vicdan muhasebesi daha derin olabilir diye düşündüm. Çünkü geçilen yıllar da yollar da karışık, çetrefilli. Dümdüz bir ovaya uzanamıyor ki çocukluk, ilk genç kızlık dönemleri ve genç kadınlık yılları. Bence çoğumuz annemizle geçirdiğimiz kadar uzun zamanı paylaşamıyoruz babamızla. Belki daha çok kucaklamalıyım babamı da, en az annem kadar olmalı. Kalbim, ah dememeli. İyi ki demeliyim. Babam çok şükür sağ. Allah’ım uzun ömürler versin hepsine. Ne olur dedim bir erkek gidince? Eşime baktım, doyamam herhalde dedim. Peki gidenler doydu mu ki dedim, tövbe dedim. Sonra düşündüm; bir erkek gidince, artık sevdiğinin kucağı, kızının sırtını yasladığı dağı olmaz diye hislendim. Puslandı gözlerim. Kalemin anlatmaya yetmeyeceği duygular düğüm oldu boğazımda. Yine her ölüm gibi,bu sefer de bana bir tokat attı ve gitti. Mekanın cennet olsun amca. 😢