Guzummm, tatlı guzumm…
İçimde deli bir yazma isteği. Yazıp da bir rahatlasam diye yazabildiğim kelimelerin peşi sıra gitme isteği. Tüm gerginliğe, tüm kaygılı ve asabi halime rağmen, iyi bir şeyler görebilmek için çabalayan hallerim. Tuhaf bir şekilde gelmeye ve geçmeye çalışan Eylül. Oysa deli gibi yazmak istiyordum. Dedim ya… Her akşam, her sabah evdeki ergen oğlumla bitmeyen kavgalar, sürekli ağlayan küçüğüm, tembelliğinden artık pes dedirten ortancam, sadece çabam ile yürüttüğüm insan ilişkileri, belirsiz gelecek kaygılarım ve aslında önümde göremediğim yolum. Böyle böyle anksiyetem var martavallarıyla oyalanırken ben, Eylül tüm hüznüyle geldi. Hesapladım, tam 6 yıldır seviyormuşum Eylül’ ü, aynı şekilde Ekim’ i, hatta Kasım’ ı. Ama sevemedik biz bu Eylül’ ü. Kulaklarımızda “guzum, tatlı guzum” feryatları, ince ince bir ananın çığlıkları… Yazdığım için beni kendimden utandıran satırlar. Yazma kızım dedim. Böyle mi olur sonbahar, ilk baharındayken, anasının çiçeği burnundaki civa gibi delikanlısı, sakalları kınalı gibi olmuş ana kuzusunun, acısı sadece anasının, babasının, kardeşlerinin, eşinin ve çocuğunun içinde mıh gibi kalacak olan acısı ile bizim biraz uzak, biraz yakından seyrettiğimiz, konuşsak konuşmaya utandığımız zamanlar, toprağın bile alırken belki ağladığı gencecik evlat… Bugün buralarda bir yerlerde kalsın bu yazı. Bugün de böyle, geçmeyen Eylül, hiç bitmeyen bu hafta. İçimizde bir enkaz, kalkmıyor, ağırlaşmış, çökmüş kalmış olduğu yerde. Bu sefer kelimelerim yetmedi gördüğümü anlatmaya, biliyordum zaten yetmeyeceğini. Bugün de böyle, ağır, çok ağır… Eylül 13, 2023, Uşak