Halama, tüm kalbimle…

İlk gençlik dönemlerinde farklı gördüğümüz, içinde olduğumuz ailenin aslında ne büyük zenginlik olduğunu, sonradan anlıyoruz. Ben, şimdi buradan bakınca her daim kalabalık sofralar hatırlıyorum. Dedemin evinde hep kalabalık sofralar olurdu. Çocuktuk. Hatırlamıyorum ki, ne hissederdim. Ama hep bir iletişim içindeydik. 4 halam var benim. Şanslıyım, 3 de teyzem. Hatta bir teyzem ile iki kız kardeş gibi büyütüldük. Aramızda yıl farkı bile yok çünkü. Anne yarılarım çok yani. Öyle uzaktan bir akraba olma durumu olmadı bizde. Ben Uşak ‘ a gelince, o kadar özlemini çektim ki herkesin, ailemin. Bir gece bir yazı yazdım bu mecraya yine. Gece halam mesaj yazmış, sabah gördüm.
– Halacım, müsaitsen yarın seni görmeye geleceğiz. Halaş der halam. Canım benim der, sever yeğenlerini. Ablamla çok daha farklılar. Yıllarca hala-yeğenden çok yoldaş oldular, hep bir arada aynı aile apartmanımızda. İnsan aslında ne şanslı olabildiğini çocukken anlamıyor. Mesela İpek, yeğenim, bizim halalarımızın, teyzelerimizin de sevgisini alarak büyüdü. Benim çocuklarım arada gördükçe işte… Şartlar böyleydi. İnsanın gücü yetmiyor bazı şeylere. Burada bazı, öylesine bir kelime , sıradan bir zarf değil. Aslında çok güçlü. Hani bir yazı yazmıştım ya bazı ile ilgili. Aynı onun gibi. Bazı şeylere gücüm yetmiyor. Nasip diyorum. Halam bana mesaj attıktan sonra, ertesi sabah bizim evde sofradaydık. Ağzım kapanmadı gülümsemekten. Halam, yazdığım yazıyı görüp keyfimin olmadığını düşünmüş. Baba ocağına, köye gelmiş tüm kız kardeşler. Yere yatak serip yatarken tam;
– Kızlar,demiş halam
– Yarın Türkan ‘ a gidelim.
Burada benim kapım çok açılmaz. Çok mutlu oldum tâbi. Tam bizimkilere göre bir hareket. 2 saat içinde buradaydılar. Halam şimdi hastanede. Yıllar oldu o hastanelere gide gele. Şimdi rahatsızlanmış, yatıyor mecburen. Halamın hasta olduğunu duyunca, önce hayat enerjisi geliyor aklıma. Her ortama ayak uydurması, eline çay servisi yaptığı tepsiyi alıp parmaklarıyla o tepsiye vura vura oynaması, gülmemek için kendini zor tutup hadi, hadi demesi, neler neler… 

Yazın yaptığı karışık kızartma, her daim tertemiz olan evi ve pembe mutfağı, sobanın üzerinde kızarttığı köy ekmeği, çocukluğum ve şimdi aklıma gelen, gelmeyen ne varsa. Hastalık getiririz diye korkumuzdan, İstanbul’ a gitsek de pek görüşemiyoruz. Hep haber alıyor, konuşuyoruz ama. Halama, en son bu da geçecek dedim. Osman Müftüoğlu ‘nun bir yazısı vardı. Bazen, “Bu da geçer ya hu ( hu burada ayrı yazılırmış, kendi vurgulamış) demek gerekirmiş. Çok zor, şöyle de, böyle de demek. Ama halam hep bunu söyler zaten. Gayet iyiyim, hep iyiyim, iyiyim…
Bir gün bana dedi ki halam;
– Yazdıklarını okurken, dedim ki, ben anlatayım, sen benim hayatımı yaz, halam.
Yazacağım hala, sonra bakacağız, nasıl da geçmiş hala diye. Sonra üzerinden tekrar tekrar geçeceğiz. Hem de en güzeli olacak. Sen yazdım bil, inşaallah.
Tüm kalbimle, tüm güzel dualarımı yolluyorum sana. Hepiniz iyi olun, hepimiz iyi olalım.
Not: Bu yazıyı yazmadan önce, yine kelimelerin peşinden gidiyordum. “Kayıp Ruhlar” üzerine düşündüm. Ruhu kaybolmuşları, hep kendini sevip, kendini sayan, saydırmaya çalışanları. Aklıma bir sürü insan geldi. Hem ruhunu kaybetmiş, hem de bu dünyadan gitmiş bile olsa ruhunu halen hissettiğimiz, yani hep andığımız. Şanslıyım, böyle kalabalık, çoğu makara, bazen sıkıntılı, hüzünlü de olsa, birbirine kol kanat geren bir ailem var. Beni belki de bu güç itiyor arkadan. Bilmiyorum. Elbet herkes aslında yalnız. Ama kodlarımız var, yaşanmışlıktan gelen, genlerle aktarılan, gördüğümüz, yaşadığımız, kendimize miras aldığımız. İyi ki var… İyisiyle, güzeliyle, kötüsüyle, acıtanı, yoranı, uymayanı, asla yolda bırakılmayanı ile. İyi ki var aile dediğimiz. Benden size şu mecrada kısacık bir duygu geçtiyse bile ne mutlu bana.

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir