-
6 Şubat Depremi – Ya sonrası
Düşünsenize, birilerinin dünyasısınız. O dünyası olduğunuz kişi ile iyi gün, kötü gün demeden barışta, kavgada, yoklukta yaşıyorsunuz. Yani bir hayat sürüyorsunuz. O kişi, belki de siz, bir gün vedalaşamadan pat diye gidiyorsununuz. Aynı, uykunun en tatlı yerinde bir göçüğün altında kalıp, vedalaşamadan gitmek gibi. Deprem bölgesinde yakınlarını kaybedenler, dünyalarını kaybettiler. Biz, elimizde telefon, karşımızda TV, sanki bir korku filmi izliyoruz.
Artık enkaz altında kalmayan, evi göçmeyen, depremi hissetmemiş olan bizim gibi insanlar için bile, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı bir hayata devam etmek zorundayız. Bu kadar acıyı birebir en ağır şekillerde yaşamış kardeşlerimiz için hissettiğim çaresizliği anlatabilecek kelimem yok. Umut diye birşey var, var da ardı yok sanki artık. Ne için umut, kim için umut… Annesini, babasını, evladını, tüm ailesini kaybedip bu dünyada yapayalnız kalmış küçük bir çocuk için umut bugün var mıdır?
Aklımdan çıkaramadığım kocaman kara gözlü bebekler, çocuklar, kolları boş analar, babalar ve hep “ya sonrası” sorusu aklımda… Milletçe hep aklımızda, evet ya sonrası???Aklımdan çıkaramadığım kocaman kara gözlü bebekler, çocuklar, kolları boş analar, babalar ve hep “ya sonrası” sorusu aklımda… Milletçe hep aklımızda, evet ya sonrası???
-
Ben bizzat kendim
Hep kendimi açıklama gereği duyuyor(d)um. Sanki insanların kafasındakileri ben düzelteceğim. Oralar bile benden sorulsun, orada da her şey kendi düzeninde olsun istiyorum. Kontrol duygusu gitmiyor benden. Başıma gelebilecek ne varsa kontrol edebilirim gibi gelip, kendimi gereksiz yoruyorum. Neyim var neyim yoksa, kendimi saklamadan anlatıp sonra da beni her tür işlerinde özenle kırıp dökmelerini bekliyorum. Hep aynı serzeniş, akillanmıyorsun diyorum. İnsan görmüyor gerçekten. Ben saf saf anlatırken, susup, sonradan yapacakları, konuşacakları ne varsa onu hayretle karşılamamı bekliyorlar. İnsan görmüyor, her yere elimi uzatmaya çalışırken, benim elimin boşta kaldığı günler oldu bugüne kadar , halen de oluyor. İnsan görmüyor, herkes kendi küfesini doldurma derdinde. Bir gün bir tanıdığım bir laf etmişti.
– Çuvalları köyde eşim kaldırmazdı. Hep benden beklerlerdi. Gücüm yetiyor mu diye düşünmezlerdi, dedi.
Ben de böyleyim. Mecazi o çuvalı ille ben kaldırayım da, beni takdir etsinler diye bekliyorum. Ne safça bir düşünce. Bunun için başka laflar da var ama içerik olarak uygun kaçmaz. Velhasıl insan görüyor, kabul etmesi zor geliyor. Kocaman bir öfke duyuyorum, sonra da açıyorum koruma kalkanlarımı. Bir süre böyle kendi kendime takılıp yine fabrika ayarlarıma dönüyorum. Bu aralar yine, heyy çuvalı ben kaldırıyorum bakın derken takdir göreceğimi sanmışım. Yine dönerim fabrika ayarlarıma, çok sürmez yine. Ne yapayım, hamurum böyle…
Aralık 25,2022
#içimdengeldiyazdım #kendimenotlar -
İlerde
İleride diye bir laf vardı. Şimdilerde “bu an” var. Mehmet ile evliliğimizin ilk dönemlerinde , bir şeylerin hayalini kurarken 35 yaşına gelince, her şeyi yoluna koyacağız gibisinden bir şeyler söylerdi. Demek o dönemler hayal kurabiliyormuşuz. Bu sene ikimiz de 44 yaşına giriyoruz nasipse. Halen yoluna koyamadığımız çok şey var. Farklı farklı yolları yürümek durumunda kaldım. Belki hayalim böylesi değildi. Her zaman dediğim gibi iyi ki ve keşkelerimle yaşayıp gidiyorum. Bu ara hissedemediğim bir doygunluk hissi arar oldum. Arayıp bulamadığım bir içime sindirme eksikliği yaşıyorum. Bunun bir ilacı, takviyesi olsa içeceğim. Sanki biri beni oturtmuş, dur diyor, halt yeme, otur. Zihnimdeki düşünceler çok hızlı, ben yerimde sayıyorum. O kadar çok şükrediyorum ki, anlatamam. İçimden durmadan, Allah’ım şükür, şükür diyorum. Konfor alanımdan çıkacak enerjim yok. Olursa kaldıramayacağım bir durum, nasıl çıkarım bilmediğimden, mevcut duruma şükürler olsun diyorum. Şükretmeyi biliyorum elbet, ne kadar önemli olduğunu da. Ancak çıkamıyorum kozamdan, konfor alanımdan. Komşularla sıfır sorun politikasını benimsemiş, ortak denize sahip ülkelerden biri gibiyim. Aman benden gitsin ne gidiyorsa diye nezaketimi koruyup idare ediyorum. Beni kendi gözleriyle gördükleri gibi sanıyorlar. Yapabileceğim işi, mutfak idare edip, çocuk bakmakla sınırlı sayan hemcinslerim var. Kimsenin gözünün arkasına yansıyan perdedeki resmi değiştiremeyeceğimi iyi biliyorum. Durmadan, aslında ben… diye başlayan cümleler kurmayı bırakmak istiyorum. Kendi içime sinmediğinden işte. Önceden kulağımızda güzel bir şarkı, lezzetli bir yemeği yer gibi, sindire sindire mi yaşıyorduk? Alp, bazen ipe sapa gelmez laflar söylüyor, kırıyor beni. Boş veriyorum. Çünkü ergen annesiyim. Bazen gözlerim dolsa da. Geçenlerde yine bağırıyordu.
- “Beni kendi çocukluğunla karşılaştırma, siz mutluydunuz, biz değiliz! dedi.
Gerçekten haklı mı diye düşündüm. Hatta Mehmet ile konuştuk. Sonra, galiba biz de böyle hissediyorduk ergen dönemlerde, şimdi ise hasretle bakıyoruz o dönemlere diye fikir birliğine vardık. Ben halen bilemiyorum. İleride, bizim çocuklarımız da kendi içlerine bakıp, aynısını mı söyleyecekler? -
Ya sonra
Geçenlerde bildiğim bir şeyi yeniden keşfettim. Hayata bakışımız, genellikle alışık olduğumuz durumu aramaya ve onu bulmaya yönelik. Aslında çok güzel geleneklerimiz de var. Ancak, genel durum, hep bir sorun aramak, bir acıdan beslenmek, yaşadığımız olumsuz bir süreç varsa, bundan bir an önce çıkmaya çalışmak yerine, alışkın olduğumuz olumsuz duyguların kıyısında, köşesinde durmaya devam etmek. Yani, bu ve benzeri dışında bir duygu bilmiyoruz ki. Bu coğrafyada üzüntüyü paylaşmak daha yaygın, daha kabul edilebilir. Mutluluğu paylaşmak, onu taçlandırmak, birilerine bunu yaşayabildiği için güzel sözler söylemek daha zor olan. Yılmaz Erdoğan’ın “Kin” adlı bir filmi vardı. Filmde baş komiser terfi alıyor ve çalışma arkadaşları onun terfi almasını kutluyordu. Adamcağız, bu kutlamada öyle utanıyordu ki, şöyle söylüyordu:
– Kutlama, bizde mahcubiyet yapıyor niyeyse.
Öyle işte, alıştığımız duygu kutlama duygusu değil. Keşke, güzel ülkemde hakim duygu keder ve acı olmasaydı. Bu ara alıştığımız duyguyu rahat rahat dibine kadar yaşayalım diye her şey üst üste geliyor sanki. Vardır Yüce Allah’ın bir bildiği elbet. En azından kendi adıma konuşursam, hiç bir şeyin sırrına eremediğimi biliyorum. Ne zaman çok umutsuz olsam, ki bu aralar tastamam öyleyim, o koca kara gözleriyle ilkokul 1. sınıfta tahtanın önündeki küçük kız gibi hissediyorum. Bir şeyler öğrenmeye istekli ama çok korkak, çok iştahlı ama endişeli, çok akıllı ama yetersiz. İşte böyle geçiyor günler. Bazen içinde kaybolarak endişelerin, bilinmezliğin, mayasıyla yoğrulduğumuz bu kederli coğrafyanın sadece acılı ve ekşili taraflarını duyarak yaşıyoruz. İnsan hikâyelerini duydukça, hep ya sonrası diyorum. Bizler için bile, peki bundan sonrası demekten kendimi alamıyorum…
Not: Fotoğraf 2022′ ye girerken. #içimdengeldiyazdım #kendimenotlar -
Geçecek
Bugün birileri hastasının başında bekliyor, birileri hasta yatağında iyileşmeyi umut ediyor, kimi eller havaya modunda, Çeşme ‘de fotoğraflarını, videolarını paylaşıyor. Kimi, kendi için sabah nasıl olacak bilmiyor, kimi sabah olsa ayı nasıl geçirecek bilmiyor. Kiminin tuzu kuru, kimine göre falancanın zaten tuzu kuru… Hayatımızın başı ve sonu arasında geçirdiğimiz günler, bizi dibe çeken ve göklere çıkaran duygular varsa eğer, aslında yaşadığımız hayatın özeti gibi oluyor. Kırılma noktaları, başlangıç noktaları, gemiyi yakma zamanları, elini cebine koyup, sırtına ceketini alıp, kapıyı sertçe kapayabildiğin zamanlar, içindeki cerahatı sökercesine saydırabildiğin zamanlar ve dahası. Bazı zamanlar zihnimde kurduğum köprüler beni öyle yoruyor, öyle anlamsızca duygusal yapıyor ki. Ne gerek vardı şimdi diyorum. Sonra yine ruh gibi dedikleri moduma geri dönüyorum. Tekrar rutin ve sonra yine bir şey gelip vuruyor, şaak diye… Sıradan gelen çok şey bir anda öyle çok şey anlatıyor ki, olmasa ne yaparım diyorum. Sonra gücüm bitiyor, olmasa nasıl mücadele ederim bu kadar yorgunlukla diyorum. Beni ben, sizi siz yapan ne varsa, anneniz, çocuğunuz, o eski şarkı, yazlık günleri, artık neyse. Bırakmayın…Her ne varsa geçecek, ben biliyorum… Siz de öyle bilin. Temmuz 28, 2022 #içimdengeldiyazdım #kendimenotlar
-
Canım anneanneme…
“Anneannemi kaybettik” diyorum.
- “Kaç yaşında” diye soruyorlar.
87 diyorum. Beni duyuyorsa, diyorum içimden, itiraz ederdi, kuvvetli bir hayır ile.
-“Hayır, 86! Daha 5 Eylül gelmedi ” derdi.
Anneannem için bir yazı yazmak istedim. Teyzemin tıpkı erken yaşta kaybettiği teyzesi için yazdığı şiir gibi, büyük teyzemin anneanneme yazdığı, hastalığının tekrarladığını anlattığı o mektuplar gibi. Biz nasıl okuduysak, hatırda olsun istedim. Bundan ötesini bilmiyorum çünkü.
Tüm kızlarına, sonra tüm torunlara mitokondrileri geçmiş olmalı anneannemin. Enerji ocağı içimizde yanıyor. Bunu hissediyorum. Berrin ablam demişti ki; - Evren, hepimiz için titreşimler yayıyor ve biz bu titreşimleri duyabiliyoruz.
Bazen aklıma gelmiyor değil, sahi duyuyor muyuz? Geçmişten bugüne tüm enerjiyi sahiden içimizde taşıyorsak , doğruysa bu…
Ben sezgileri kuvvetli biriyim. Seziyorum ve varlığına inanıyorum, göremediğimiz onlarca şey gibi…
Bir gün anneanneme; - “Anneanne, nasıl bu kadar hayat dolusun? Çok fazla acı, yokluk görmüşsün, nasıl? ” dedim.
-“Kızım ” dedi bana. “Ben yaşamayı çok seviyorum, içimden geliyor, içim doluyor.” demişti. Sonra kendiliğinden ekledi;
-“Yalnız, Halil (küçük erkek kardeşi) kendini yaktığında, onu hastanede bırakıp eve geldim ve yatağın üzerine yatıp “hıçkıra hıçkıra” ağladım, işte bir o gün ne yapacağımı bilemedim .” dedi.
Anneannem bir defa kendini severdi, sevilirdi de. Hatır, kıymet bilirdi. Herkesle her daim iletişim içindeydi. Bize de buyur gel denilen öylesine bir davet teklifini görev addeder, muhakkak ziyaret ederdi. Gezmeyi çok severdi. Buradan Alsancak’ a arkadaşını ziyarete gitmiştik birlikte hatta…
Kabalık, kötülük karşısında yine nezaketini korurdu. İyi hatırlanan bir insan olmak istiyordu belki, belki de asalet, nezaket içinden geliyordu. Keşke senin gibi olsak anneanne derdim. Cire aseptine kremi sürmediyse, fotoğraf çekmeden önce hemen kremini sürer, biz onu bekler, öyle toplu fotoğraf çektirirdik. Her daim bize şahane yemekler yapardı. Kim ne seviyor, onu düşünerek yapar, o kişi gelemediyse de bir kaba koyup götürürdü. Ben kara lahanayı çok sevdiğimden, Uşak’ a 5 büyük demet lahana ile gelmişti. Önce ezme , sonra da dible yaptık. Gidene kadar yedirdi onu bana, bir daha ne zaman denk gelir, ye kızım demişti. Sahiden de öyle oldu, bir daha denk gelmedi…
İnsan severdi. Hayatı sevdiği kadar çok hem de. Onu çok üzenleri bile üzmedi. Hep, hatırı büyük olan birini sayar, onun hatırına susardı belki. Kusursuz değildi elbet o da. Hiç nemrut bir yaşlı olmadı. Onu en son gördüğüm 16 Temmuz akşamına kadar her zaman evlatlarından duacı olduğunu duydum. Çok sık teşekkür ederdi. Arasam teşekkür ederdi, İstanbul ‘ a gittiğimiz gün muhakkak telefonla arar, hoş geldin kızım derdi. Çok da muzipti. Bir işkembe çorbası anımız var, herkese güle güle anlatırdı.
-“Bana ne çok pirzola yedirdin Türkan.” demişti. Ben de;
-” O ne demek demiştim ” çocuk aklımla.
Meğer, bir kişiyi çok güldürürsen, ona pirzola yedirmiş gibi olurmuşsun. Böyle bir deyim varmış. Neler var neler…
Anneannemi 17 Ağustos günü büyükbabamım kollarına bıraktık. İkisini ışıklı bir yerde hayal ediyorum o an aklıma geldikçe… Dolu dolu yaşanmış bir hayata veda etmenin devamı gibi…
Bir gün bana el ver, dedim. Senin gibi yapmak istiyorum akıtmayı dedim. İyi al o zaman dedi. Verdi elini. O gün bugün bizim çocuklara, neredeyse her gün akıtma yaparım. Bizim evlerde adı akıtma yalnız, krep değil. Çocuklara da söyledim. Krep değil, akıtma… Havada çevirir akıtmayı, alt üst yapardı tabağa koyduklarını. Yanına gider sorardım:
-“Kişi başı kaç tane düşüyor anneanne” derdim.
Alttan kenarlarını kıvıra kıvıra sayar, 4 derdi. Dolu dolu yerdik, doyamazdık.
Örnek alınması gereken bir hayat enerjisi vardı. Şarkı söyler, çiçeğine beste yapar, söz yazardı. Bulutlara bakar mâni yazardı. Beklediğimiz bir haberdi anneannemin gidişi. Sıralı bir ölümdü evet. Hepimizin hayatında çok fazla güzel iz bırakıp gitti. Hep söylerdi. Hiç bir şeyde gözüm yok, sen yanımda ol yeter. Bence o uzaklara bakıp söylediği şarkı yerini buldu. Onlar artık beraber. Nur içinde yatsınlar🙏
- “Kaç yaşında” diye soruyorlar.
-
Halama, tüm kalbimle…
İlk gençlik dönemlerinde farklı gördüğümüz, içinde olduğumuz ailenin aslında ne büyük zenginlik olduğunu, sonradan anlıyoruz. Ben, şimdi buradan bakınca her daim kalabalık sofralar hatırlıyorum. Dedemin evinde hep kalabalık sofralar olurdu. Çocuktuk. Hatırlamıyorum ki, ne hissederdim. Ama hep bir iletişim içindeydik. 4 halam var benim. Şanslıyım, 3 de teyzem. Hatta bir teyzem ile iki kız kardeş gibi büyütüldük. Aramızda yıl farkı bile yok çünkü. Anne yarılarım çok yani. Öyle uzaktan bir akraba olma durumu olmadı bizde. Ben Uşak ‘ a gelince, o kadar özlemini çektim ki herkesin, ailemin. Bir gece bir yazı yazdım bu mecraya yine. Gece halam mesaj yazmış, sabah gördüm.
– Halacım, müsaitsen yarın seni görmeye geleceğiz. Halaş der halam. Canım benim der, sever yeğenlerini. Ablamla çok daha farklılar. Yıllarca hala-yeğenden çok yoldaş oldular, hep bir arada aynı aile apartmanımızda. İnsan aslında ne şanslı olabildiğini çocukken anlamıyor. Mesela İpek, yeğenim, bizim halalarımızın, teyzelerimizin de sevgisini alarak büyüdü. Benim çocuklarım arada gördükçe işte… Şartlar böyleydi. İnsanın gücü yetmiyor bazı şeylere. Burada bazı, öylesine bir kelime , sıradan bir zarf değil. Aslında çok güçlü. Hani bir yazı yazmıştım ya bazı ile ilgili. Aynı onun gibi. Bazı şeylere gücüm yetmiyor. Nasip diyorum. Halam bana mesaj attıktan sonra, ertesi sabah bizim evde sofradaydık. Ağzım kapanmadı gülümsemekten. Halam, yazdığım yazıyı görüp keyfimin olmadığını düşünmüş. Baba ocağına, köye gelmiş tüm kız kardeşler. Yere yatak serip yatarken tam;
– Kızlar,demiş halam
– Yarın Türkan ‘ a gidelim.
Burada benim kapım çok açılmaz. Çok mutlu oldum tâbi. Tam bizimkilere göre bir hareket. 2 saat içinde buradaydılar. Halam şimdi hastanede. Yıllar oldu o hastanelere gide gele. Şimdi rahatsızlanmış, yatıyor mecburen. Halamın hasta olduğunu duyunca, önce hayat enerjisi geliyor aklıma. Her ortama ayak uydurması, eline çay servisi yaptığı tepsiyi alıp parmaklarıyla o tepsiye vura vura oynaması, gülmemek için kendini zor tutup hadi, hadi demesi, neler neler…Yazın yaptığı karışık kızartma, her daim tertemiz olan evi ve pembe mutfağı, sobanın üzerinde kızarttığı köy ekmeği, çocukluğum ve şimdi aklıma gelen, gelmeyen ne varsa. Hastalık getiririz diye korkumuzdan, İstanbul’ a gitsek de pek görüşemiyoruz. Hep haber alıyor, konuşuyoruz ama. Halama, en son bu da geçecek dedim. Osman Müftüoğlu ‘nun bir yazısı vardı. Bazen, “Bu da geçer ya hu ( hu burada ayrı yazılırmış, kendi vurgulamış) demek gerekirmiş. Çok zor, şöyle de, böyle de demek. Ama halam hep bunu söyler zaten. Gayet iyiyim, hep iyiyim, iyiyim…
Bir gün bana dedi ki halam;
– Yazdıklarını okurken, dedim ki, ben anlatayım, sen benim hayatımı yaz, halam.
Yazacağım hala, sonra bakacağız, nasıl da geçmiş hala diye. Sonra üzerinden tekrar tekrar geçeceğiz. Hem de en güzeli olacak. Sen yazdım bil, inşaallah.
Tüm kalbimle, tüm güzel dualarımı yolluyorum sana. Hepiniz iyi olun, hepimiz iyi olalım.
Not: Bu yazıyı yazmadan önce, yine kelimelerin peşinden gidiyordum. “Kayıp Ruhlar” üzerine düşündüm. Ruhu kaybolmuşları, hep kendini sevip, kendini sayan, saydırmaya çalışanları. Aklıma bir sürü insan geldi. Hem ruhunu kaybetmiş, hem de bu dünyadan gitmiş bile olsa ruhunu halen hissettiğimiz, yani hep andığımız. Şanslıyım, böyle kalabalık, çoğu makara, bazen sıkıntılı, hüzünlü de olsa, birbirine kol kanat geren bir ailem var. Beni belki de bu güç itiyor arkadan. Bilmiyorum. Elbet herkes aslında yalnız. Ama kodlarımız var, yaşanmışlıktan gelen, genlerle aktarılan, gördüğümüz, yaşadığımız, kendimize miras aldığımız. İyi ki var… İyisiyle, güzeliyle, kötüsüyle, acıtanı, yoranı, uymayanı, asla yolda bırakılmayanı ile. İyi ki var aile dediğimiz. Benden size şu mecrada kısacık bir duygu geçtiyse bile ne mutlu bana. -
Siz Neyle İyileşiyorsunuz?
Ben yazarak iyileşiyorum. Yanlış anlaşılmasın. Yaralarım kanadığından değil. Çok muhakeme yaparım ben. Bazen ufacık bir detay beni bir yerlere götürür, kimi insanın bildiği tüm kelimelerle anlatmaya çalıştığı hikayesi bana geçer. Çok uzun zamandır, bana pek de bir şey katmadığını anladığım bu telaş nedeniyle, göremediğim ne çok şey olduğunu yeniden anladım. Sanki kaçırdığım ne varsa yakalamak ister gibi, her yeni günü baştan yazmak istiyorum. Olmuyor tabi. Mental olarak bir nebze belki. Bunun ayrımına varmak, bunu hayal etmek bile güzel. Her anını içine sindirerek yaşadığın bir hayat…Ne güzel. Daha sakinim sanki artık. Bazı anların tadını çıkarmam gerektiğini biliyorum. Herkesin tadını çıkarma skalası farklı olabilir. Ben, kendime ayırabildiğim o boş zamanlarda yarım yazılar yazıyorum. Yarım ama belki bir gün umuduyla üç noktalı yazılar… Her telden, farklı demlerde. Çayı nerede içerim, kimin elinde okunur o kitap bilmiyorum. İnsan, bir gelecek hayal ederek de yaşıyor, anın içinde var olmaya çalışarak da. Peki siz neyle iyileşiyorsunuz?
-
İçime Doğru Yazılar
Az önce bir şeyler karalama isteğim uyuma isteğimi bastırdı. Kendi içime doğru yaptığım konuşmalar var. Çenem gayet katı, sabit ve kendini bırakmaya korkak… Öylece sıralanıyor kelimeler. Şöyle bir çekidüzen verilse kelimelere, neler anlatacaklar kim bilir. Benimle yalnız kalmaya, içimi olanca coşkularıyla doldurmaya ihtiyaçları var. Ve benim de onlara. Bilmukabele diyoruz karşılıklı.
Hesaplaşamadım eskiden olmuşla, önceki, beriki, ne yaptığının farkında olmayan ve halen kendinin en doğru olduğunu sananla… Böyle dedim işte birden. İçimde bir tortu gibi tüm bunlar. Çok travmatik olmasa da, üzmüş beni bir vakitler. Kimi zaman güzel bir an bile tetikliyor beni. Sonra başlıyor 5N1K soruları. Dünyalık değil, ahiretlik sorular mübarek. Ne sorarsın ki kendine diyorum. Olan olmuş, bitmişte kaldı. Kalbimde bir tortu. Belki sadece benim hissettiğim… Tüm insanları karşısındakini bir nebze anlar gibi hayal etme gafletine düştüğüm zamanlardan kalmış bu tortular. Halbuki biliyorum artık o kadar da empati yapamayacak kadar ayrı çizgilerinde olduğumuzu hayatın. Sanki ben enlem, o birileri boylam. Kesişiyoruz bir yerlerde ama vermiyor ki o tam turu atmanın keyfini. Ben de biliyorum artık, herkes tarafından sevilip de takdir görülen bir insan olmanın mümkün olmadığını. Yoksa kendin olmadan, hiçbir paydada buluşamayacağın insan tarafından sevilmeye çalışmak boş iş. Fazla gayret yoruyor hem kalbimi, hem beni…
Kasım 27,2022 #içimdengeldiyazdım #kendimenotlar -
İç Sesim
Bugünlerde okumaya çalıştığım kitapta iç sesler ve dış sesleri nasıl yönetebileceğimizden bahsediliyor. Akşam bu saatlerde benim iç sesim, yine sevdiğim şiirlerin sahibi Atilla İlhan’ dan geliyor. “Akşamlar roman gibi biterdi, Jezabel kan içinde yatardı.” Dilime pelesenk oluyor, kurtulamıyorum bu iç sesten. Ters yüz filmindeki gibi, içeride duygular, küreleri tutmaya çalışıyor. Bazen inşa ettiğim merkezler, küreler düştükçe zarar görüyor. Üzüntü elini değdirmeye görsün, hemen maviye dönüyor o kürecikler. Ne diyordum, iç seste kalmıştık. Bu iç sesi ve dahasını o kadar başka anlamlar yükleyerek okurdum ki. O “Üçüncü Şahsın Şiiri” yok mu? Unuttum mu diye kendimi yoklardım. Olmayan bir şeylere özlemdi. Yaşanmayacak sanılan her şeye. Sonra Orhan Veli, Cemal Süreya, hatta Shakespeare soneleri… 66.soneyi durur durur söylerdim. Sanırım Ezginin Günlüğü de bestelemişti. Hiç unutmadım. Yani onu da mıh gibi aklımda tutardım velhasıl. Daha neler geldi geçti benim duygu odacıklarından. Düşünüp sindiren, hisseden unutmayan ben, bazen negatif düşüncelere kapılıp yeni bir güne başlayabiliyorum. İç ses duygusal ise daha etkili oluyormuş. Kitapta yine, ” işaret parmağını sallarken sen, diğer üç parmak seni gösteriyor” diyor üzerine basa basa. Acaba diyorum doğru mu? Duygusal sesleri bastır ve işaret parmağını kendine çevir ve sustur şu sesleri diyorum. Vay efendim, bana şöyle demiş, beni böyle üzmüş. Deniyorum…Umarım sınıfı geçerim. Bana bu şiirler artık neden farklı geliyor artık onu da biliyorum. Sindire sindire yaşamıyor, anı hissetmiyorum. An diyince aklımda, birkaç yıl önce yazlıkta, ayçiçeği tarlalarını iki yanıma, denizi karşıma alıp, bisiklete bayır aşağı binmem geliyor. Kendimi çok mutlu hissettiğim bir an, kazınmış yine resimli hafızaya. Çünkü hep bir şeyden sonra bir şey mottosu ile bitiriyorum günleri. Anın kıymetini bilmeyi kendime yeniden diliyorum sürekli. Bedenimi değil, ruhumu doyurmayı hayal ediyorum. Bir yerde okudum. Namazda secdeye varınca, bir sureyi okumak, namazın farzı değilmiş. Huzurda olduğunu hissederek durmak yeterliymiş. Bilginin doğruluğunu bilmiyorum. Ancak, bu bile bir kul için verilmiş bir ödev, bir farkındalık.Adı ne olursa olsun, farkındalık, anda kalmak, mindfulness… İnsan kendine yeni milatlar ilân edebilmeli. Ben de, evdeki akşam, sabah kargaşasını, çocuklarla olan bağırış, çağırış iklimini alt edip, belki yeni bir takvime geçebilmeliyim. Her gün kendime yeni yöntemler bulup, deneyip deneyip başaramadığım günlerin yanına, bir gün de oldu, doydum bugün de demeliyim. Ben kendime o kadar çok şeyler söylüyorum ki, bazen böyle yazı oluyor,bazen yazılamayan, söylenmemiş sözler olarak kalıyor. Kalbimle mi aklımla mı yaşadığımı bilemiyorum bazen. İçimden geldi yazdım yine. 08.02.2022. #içimdengeldiyazdım #bendeninciler